Kocaman ne hissediyor?

Unutmayalım ki, Kocaman'ın insanları anlama ve onlara güven verme becerisini bugün büyük şirketler yöneticilerine eğitimlerle kazandırmaya çalışıyor.

Haber; Sporx.com Yazarlar
Sporx'e ücretsiz abone ol,ilk bilen sen ol!
Kocaman ne hissediyor?
Klavye okları ile sonraki ya da önceki habere geçebilirsiniz.
02 Ocak 2013 13:54
Ben biyografi uzmanı değilim. Daha doğrusu, objektif olamam analiz yaparken. Kendim için önemli olan kriterleri değerlendirir gerisini ihmal edebilirim. Günahsız, hatasız insan olmadığına (daha doğrusu bunun göreceli olduğuna) inancımdan olsa gerek sadece hayatımıza olan etkisini önemserim insanların.

Aykut Kocaman için de böyle yapmıştım bundan iki sezon önce. Çoğu kimsenin ona güvenmediği, sonuçların ise tatmin etmediği bir dönemde onu göklere çıkarmıştım yazılarımda.

Çünkü ne olursa olsun dürüst, açık, samimi ve düşünen teknik direktörler çağının öncüsü olabilecek birinin kaybolmasını istemiyordum. Popüler futbol kültürümüz kendisini değiştirecek birini eritmemeliydi.

Kocaman, yılın son günlerinde üzerindeki baskının nihayet dayanılmaz olduğunu hissetti ve istifasıyla ortalığı karıştırdı. Açıklarken bile net ve açıktı: “Devam edecek gücü kendimde bulamıyorum!”

Birçoklarına hala güven vermediği için ilk dakikalarda arkasından üzülmeyen çok oldu. Ancak hesapta olmayan şey, yönetimin, futbolcuların ve onlardan etkilenen ciddi bir Fenerbahçeli taraftar kesiminin onu geri çevirme çabasıydı. Medyayı en çok da bu şaşırttı.

Neden peki bu ısrar? Önüne kırmızı halı sermeler, ne dilersen dile bizden tepkileri?

Bunun cevabını sanırım Kocaman’ı bu noktaya getiren sürecin 3 bileşeninde bulacağız. Yani yöneticiliğinde, duygularında ve teknik becerisinde.

Yönetici Kocaman…

Bu ay Futbol Extra dergisinde Chris Hughton ile ilgili bir analiz kaleme aldım. Orada, Newcastle ile muhteşem bir sezon geçirirken anlaşılmaz bir şekilde kovulan Hughton’ın arkasından takımın yıldızı Kevin Nolan şöyşe bir cümle sarfediyor: “Bir hoca ayrıldığında mutlaka arkasından sevinen birkaç futbolcu olur, ancak bu Hughton için geçerli değildi. Hepimiz onu çok seviyorduk.”

Kocaman’ı hatırlatıyor değil mi? Zaten Kocaman ile Hughton’ın hikayeleri ve dünya görüşleri birbirine o kadar çok benziyor ki.

Hughton gibi Kocaman’ın da yönetici yetenekleri, insanları anlamaya çalışma, onlarla empati kurma becerisine dayalı. Kriz zamanlarını iyi yönetmesi de, oyuncuların ona güvenmesi de bu yüzden.

Bunu sadece çok okumasına, çok düşünmesine ve İstanbulspor’daki dramatik deneyimine borçlu olduğunu da düşünmüyorum. Sanırım yetişme kültüründen gelen bir özellik. Ta 1996’da Trabzonsporlularla empati yaptığı için başına büyük işler açması da bundan değil mi zaten.

İşin ilginç yanı, sadece yerli oyuncular değil ona bu kadar bağlanan. Niang’ın sadece ona verdiği söz yüzünden diğer teklifleri reddettiğini söylemesini hatırlayın. Emenike’nin ve en son Meireles’in tepkilerini. Bu da kendi sözleriyle, “Yabancı – yerli diye ayırmak yanlış olur, benim için sadece futbolcu vardır,” anlayışından geliyor.

Unutmayalım ki, Kocaman’ın insanları anlama ve onlara güven verme becerisini bugün büyük şirketler yöneticilerine eğitimlerle kazandırmaya çalışıyor.

Öte yandan Kocaman bir yönetici için en zor sezonunu yaşıyor. İlk sezonu zordu ama kredisi vardı. Başkan hoca kovma konusunda akıllanmıştı. İspanya’yı Avrupa Şampiyonu yapan hoca bile çare olamamış, olamadığı gibi çuvalla para kaldırmıştı.

Nitekim Kocaman ideal kadroyu oluşturduğunda tarihe geçen bir ikinci yarıyla şampiyonluğa ulaştı.

İkinci sezonu bence içerinden en rahat olması gerekendi. Bu kez şampiyonluk kredisi vardı. Şike yüzünden taraftarın önceliği ligde değil cezaevindeydi. Avrupa’da cezalıydı. En iyi oyuncularının satılmış olması sağlam bir bahaneydi. Takımın motivasyonu çok düşüktü. Ve bütün bunlardan dolayı beklenti çok aşağıdaydı. Zaten çoğumuz alınan ikinciliği başarı saydı.

Ancak Kocaman en zor sınavını bu sezon veriyor. Artık kriz hocası olması yetmiyor. Büyük transferler. Avrupa Kupaları. Ve belki de en önemlisi, ezeli rakip Galatasaray’ın büyük bir hamle yapmış olması. Yani beklentiler her cephede yükseldi bu sezon. Hepsinde değil, herhangi birinde başarısızlık bile seslerin yükselmesine yol açıyor. Bir de üstüne Alex vakasını ekleyin..

Duygusal Kocaman…

İşte onu sevenlerin “ama” dedikleri nokta. Kocaman çok ama çok duygusal bir insan. Zaten gamsız, duygusuz, sağır bir adam olsa “devam edecek gücü” kendinde bulurdu.

Bu arada, mutlaka belirtmeliyim ki, Kocaman’ın gülmemesi, cimri sevinmeleri, kelimelerini hesap ederek konuşması beni rahatsız etmiyor. Bunu en demokratik yazarların bile aşağılar bir tonda kullanması da garibime gidiyor. Birincisi, bu konularda onu kiminle kıyasladıklarını da anlamış değilim. İkincisi, aynı baskıyı ve stresi işyerlerimizde yaşadığımızda biz ne kadar çok eğlenebiliriz ki.

Benim hayal kırıklığına uğradığım şey bambaşka.

Kocaman’ın, İstanbulspor ve Konyaspor’da, başlattığı “dünya bize karşı” düşüncesini anlayabilirdim. Büyüklerin kayrılmasına İstanbul’dan gelen biri olarak tepki veriyordu. Onlarla bütünleşmeyi tercih ediyor, onların kaygılarının gönüllü sesi oluyordu.

Fakat aynı şeyi beklenmedik bir şekilde Fenerbahçe’nin başında da yapması beni üzdü. Caner’in kırmızı kartına bence haklı bir tepki verirken, Baroni’nin bir hafta sonra kırmızıdan yırtması onun adaletsizlik duygusunu değiştirmedi. Trabzonspor’a verilen penaltılarla ilgilenirken, Şenol Güneş’e nasıl haksızlık ettiğini farketmedi. Belki ben abartıyorum, belki farkettiyse bile geri adım atacak pozisyonda değildi.

Ancak bazen bana öyle geliyor ki, Kocaman tüm bu haksızlığa karşı söylemlerinde aslında sadece takımdan değil kendisinden de bahsediyor. Tüm talihsizliklerin onun başına geldiğini düşünüyor, yani bir nevi Balotelli sendromu yaşıyor olabilir.

Fenerbahçe’den olabilecek en acımasız şekilde gönderildi. Sonra İstanbulspor’un büyük planlarının çöküşünü seyretti. Konyaspor’da, Ankaraspor’da talihsizliklerin ve haksızlıkların alasını gördü. Nihayet yıllarca hayalini kurduğu koltuğa oturduğunda şike skandalı patladı. Ve en son Alex olayı.

İstifa kararını güçlendiren de bu duygusallık ve haksızlık duygusu sanki.

Bağış Erten buna başka bir boyut daha katmış yazısında: “Sanırım en çok şuna kahrediyordur: Fenerbahçe tarihinin en zor zamanlarından geçerken, o bir simge olarak en önde dururken, belki de karakterini zorlayarak söylediği onca söze, kaldırdığı onca yüke rağmen hâlâ sahadaki performansa endeksli bir düzenin kurbanı olmak.”

Aslında zayıf olduğu nokta da burası Kocaman’ın. Bu duyguyu yenmek için çevresine bakıp talihsiz teknik adamlardan sadece birisi olduğunu görmesi yeterli. Ersun Yanal, Metin Diyadin, Ertuğrul Sağlam veya Rıza Çalımbay’ın yaşadığı haksızlıklara bakması. Sesini Lucescu gibi bir efsaneden bile daha fazla duyurma şansı olduğunu farketmesi.

Teknik direktörler başarısızlıkta ilk kovulanlar oldu yıllarca. İlk eleştirilen, ilk ıslıklananlar oldu. Bu yüzden, teknik adamlığın doğasında bu kadar karamsarlığa yer olmamalı. Sadece Ferguson gibi hala her maçın her golünün tadını çıkartmaya yer var. Fakat dedik ya, Kocaman’da standartlara uyan bir teknik adam değil.

Teknik Kocaman…

Ne yapmaya çalıştığını anlamayan kaldı mı bilmiyorum. Her röportajında nasıl bir futbol oynatmak istediğini anlatıyor zaten.

Ancak, transfer politikasının ne kadar ince yapıldığı tartışmaya açık. Şampiyonluk sezonunun omurgasını oluşturan en önemli 3 oyuncu, Lugano – Alex – Niang artık yok. Onların yokluğundan Saw Niang’ın işini yapmaya çalışıyor olsa da, diğer iki parça yok. Arkadan gelip pozisyon hazırlayacak, pozisyona girecek “bir” Alex yok. Savunmanın ortasındaki ikili ise disiplin konusunda Lugano – Edu ikilisinin yedeği bile olamazlar.

Böyle olunca şampiyonluk sezonundaki oyunu beklemek hayal oluyor tabii.

Buna karşılık Kocaman’ın kurmak istediği sistem rakiplerin kapanmadığı Marsilya ve Mönchengladbach maçlarında fazlasıyla işe yaradı. Bu farkı yaratan da orta çizginin gerisini iyi kapatan orta saha ve hızlı hücumlarda birbirini iyi anlayan Kuyt – Saw ikilisiydi.

Türkiye’de ise “bu” kadro, “bu” sistem ve “bu” rakipler üçlüsünde ciddi bir çelişki başlıyor. Şampiyonluğun gereği olan risk almak, tempo yapmak, hücumda çoğalmak vb etkenler, oyuncu yapısıyla ve sabırla ayağa oynayan temposuz sistem ile çelişiyor.

Yine de Fenerbahçe’nin bu şartlarda toplandığı puan felaket değil. Hala her yerde potadalar.

Peki ilk iki sezonda kazanılan bir şampiyonluk, son hafta kaybedilen bir şampiyonluk ve mevcutta Avrupa’da güzel sonuçlar varken, böyle bir teknik adamı istifaya çağırmak için biraz erken değil mi, ne dersiniz?

……..

Alper Görmüş, Aykut Kocaman analizinde şöyle diyor: “Aykut Kocaman’ın hayatının temel noktası saygıdır. Oysa popüler kültür bağlılarından saygı değil sevgi talep eder.”

Kocaman, belki farkında değil ve umutsuz ama, benim gibilerin istediği devrimin kıvılcımlarını yaktı aslında. Ancak bırakıp gitseydi, bu kıvılcım sönebilir ve popüler kültürün dönüşümde tarihi bir fırsat kaçmış olurdu bana göre.

Bundan sonra ne olacağını ise yukarıdaki etkenlerde yapacağı dönüşümler belirleyecek…

GÜNÜN İLGİ ÇEKEN VİDEOSU
Tümü
 Reklam