Roland-Garros 2025, Eurosport ve Max platformlarında tenis tutkunlarıyla buluşuyor.
Fransa Açık olarak bilinen sezonun ikinci Grand Slam'i Roland-Garros, 26 Mayıs - 9 Haziran tarihleri arasında Paris'te düzenleniyor. Turnuva, Türkiye'de Eurosport ekranlarından ve dijital platform Max üzerinden canlı yayınlanacak.
Turnuva öncesinde, Eurosport'un uzman yorumcularından efsane tenisçi Chris Evert, kadınlar ve erkekler tablolarına dair dikkat çekici değerlendirmelerde bulundu. 18 Grand Slam şampiyonluğu bulunan Evert, Iga Swiatek'in düşen formu, Alcaraz'ın olası zaferi, Djokovic'in fiziksel durumu ve Simona Halep'in emekliliği gibi birçok önemli konuya samimi açıklamalar getirdi.
Iga Swiatek hâlâ favori sayılabilir mi?
- Bence artık ortada net bir favori yok. Yani, benim için bakınca, tabii ki Iga'ya bakıyorum. Onu asla göz ardı edemezsiniz. Bu turnuvayı o kadar çok kez kazandı ki… Ve bütün toprak kort turnuvaları farklı hızlara, farklı ortamlara sahip oluyor; bazıları kapalı, bazıları açık. Ama Iga, Roland Garros'ta kendini en rahat hisseden isim. Bu onun en iyi zemini. Ve sadece şöyle düşünüyorum… Asıl sorum şu: Acaba işleri tersine çevirebilir mi? Çünkü ne olduğunu kimse tam olarak bilmiyor. Bu, onun hayatındaki duygusal bir unsurla mı ilgili, yoksa oyunuyla mı ilgili ya da diğer oyuncular artık onu daha iyi tanıyıp nasıl oynamaları gerektiğini mi öğrenmiş durumda? Bilmiyorum. Ne olduğunu gerçekten bilmiyoruz. Her şeyi kendine saklıyor, çok özel biri.
Ama bunu söyledikten sonra, onu asla göz ardı etmem. Çünkü o bir şampiyon. Ama seviyesini bir kademe daha yukarı çıkarmak zorunda kalacak. Forehand'i çalışmak zorunda olacak ve servisi… Servisi bazı kolay puanlar kazandırmalı eğer bu turnuvayı kazanacaksa.
Aynı seviyedeyse, yani eğer turnuvada en üst seviyesinde değilse, ben Sabalenka'yı ve Coco'yu da en az onun kadar şanslı görüyorum. Bu üçü—Sabalenka… Bence toprak, Sabalenka'nın da en iyi zemini olmalı çünkü çok agresif bir oyuncu. Sert kortlara veya çime göre burada daha tehlikeli olmalı. Ama o da sabrı öğrendi, kısa topları öğrendi ve şu anda oyunundan memnun görünüyor, özgüveni yerinde. O yüzden onu da en üst sıralarda saymalıyız.
Ve sonra Coco… Bakın, ben Amerikalıyım ve onu 15 yaşından beri destekliyorum. Forehand'i daha iyi görünüyor. Topa daha iyi giriyor. Ve bence o da şampiyonluk için ciddi bir aday. Yani, iyi olan şu ki—bu yıl kadınlar tarafı çok heyecan verici olacak çünkü tek bir oyuncuyu çıkarıp "sahaya karşı bu kişi" diyemiyoruz.
Swiatek'in en sevdiği zemin olan toprakta gelişim göstermesi daha mı kolay olur?
- Bence bu sadece son iki haftayla ilgili değil. O bir yıldır turnuva kazanamadı. Evet, geçen yılki Fransa Açık'tan bu yana hiçbir turnuva kazanamadı. Yani bu aslında bir süredir devam eden bir durum. Ve bence bu yavaş yavaş birikiyor. Ne kadar çok kaybedersen, oyununla ilgili güvenini de o kadar çok kaybedersin. Ve diğer oyuncular da bunun farkına varır; artık gerçekten bir şanslarının olduğunu düşünürler.
Ve ben Coco'nun onu yendiği maçları izlediğimde—sanırım son iki maçında Coco onu yendi—oyun boyunca forehand'den forehand'e oynadıklarını gördüm çünkü ikisinin de forehand'i görece zayıf yönü. Ve Coco'nun forehand'i Iga'nınkinden daha sağlam kaldı.
Yani bana göre, oyuncular artık Iga'ya karşı nasıl oynamaları gerektiğini biliyor. Ve artık onun yenilmez olmadığını da biliyorlar çünkü birkaç maç kaybetti. Bu yüzden… Bu, Iga'nın özgüven kaybı yaşamasının bir sonucu. Çünkü bir yıldır turnuva kazanamayan bir oyuncu nasıl bir numara olabilir? Biliyorsunuz, o bir ara dünya bir numarasıydı. Ama bir yıl boyunca turnuva kazanamazsan, artık bir numara olamazsın.
Yani burada iki bileşen var: Biri, onun kendi oyununa olan güvenini kaybetmesi; diğeri ise, diğer oyuncuların artık ona karşı şanslarının olduğunu düşünmesi. Önceden bu hissiyat yoktu. Ama şimdi var.
Bu ikisi şu anda Iga'nın hayatında, daha doğrusu tenis hayatında etkili olan şeyler. Teşekkür ederim. Bu arada, umarım seviyesini tekrar bulur. Bakın, ben de şampiyondum ve diğer oyunculara karşı o üstünlüğünü kaybettiğin o duyguyu bilirim. Ve o iyi biri. Gerçekten iyi bir insan. Ve onun toprakta—belki de tarihin en iyi toprak kort oyuncularından biri yapan—o seviyeye tekrar ulaşmasını umuyorum.
"HALEP'İN EMEKLİLİĞİ SÜRPRİZ DEĞİL"
Simona Halep'in emekliliği sürpriz oldu mu?
- Hayır, çünkü yaşadığı sakatlıklar... Yani, öncelikle, bence bu sporda olmak onu mental ve duygusal olarak yıprattı. Uzun süre boyunca bununla mücadele etti ve gerçekten, ne bileyim… Sanki sürekli savaştı. Ve bu onun enerjisini tüketti. Mücadele gücünü elinden aldı.
Geri döndüğünde, Mouratoglou ile geldiğini hatırlıyorum, hâlâ çok fit görünüyordu ama sonra yine sakatlandı. Vücudu artık dayanmaz hâle gelmişti. Kaç kez geri dönebilirsiniz ki? Sürekli geri gelip yeniden başlamak… Ayrıca, döndüğünde sahadaki rekabet seviyesi, ayrıldığı zamana göre çok daha yüksekti. Daha fazla derinlik vardı.
Yani artık sırtı duvara dayanmış gibiydi. Bu onun için gerçekten zor bir karar olmuştur, eminim. Ama bence doğru kararı verdi.

Simona Halep teniste nasıl bir miras bıraktı?
- Bir savaşçı. O tam anlamıyla bir savaşçıydı. Harika bir rekabetçiydi. Baskıyla çok yüksek seviyede baş edebiliyordu. Bu yönüyle harika bir rekabetçiydi.
Ve diğer oyunculardan daha küçük yapılı olduğu için daha çok çalışmak zorundaydı. Ben hep şöyle derim: Sabalenka'nın bir adımı için Simona üç adım atmak zorundaydı. Yani o gerçekten bir "grinder"dı, yani savaşçı ve mücadeleci bir oyuncuydu. Küçük vücuduna rağmen güçlü vuruşlar yapabiliyordu. Baselinedan agresif oynardı. Ama bence onun en dikkat çekici yönü çalışma disiplini ve içindeki o savaşma içgüdüsüydü.
Bunlar genç oyuncular için ilham verici olacaktır. Ben hep bu yönleriyle hatırlayacağım.
Mark Petchey, Emma Raducanu için iyi oldu mu?
- Evet, bence Mark Petchey ile birlikte daha iyi oynuyor. Bence çok bilgili biri. Yani, nasıl olmasın zaten?
Emma'dan bazı iyi maçlar gördüm. Bence… oyunun zihinsel ve duygusal tarafını daha iyi kavramış görünüyor. Daha yerleşik, daha dengeli biri gibi görünüyor. Ne yapmak istediğini biliyor gibi. Güçlü ve zayıf yönlerinin farkında. Oyununun farkındalığı çok iyi. Ne yapması gerektiğini biliyor.
Ama o da yine sakatlık yaşayan oyunculardan biri. Bu kadar sık sakatlanan oyuncular için üzülüyorum. İyi oynamaya başlıyorlar ve sonra sakatlanıyorlar. Bu da mutlaka insanı yıpratır.
Ama Emma bazı iyi sinyaller veriyor. Umut vadediyor.
Ve onu izlerken, gözlerine baktığınızda bu kez yüzde 100 kendini adadığını görebiliyorsunuz. Gerçekten bunu yapmak istiyor. Bu işi seviyor. Ve bakın, US Open'ı kazandıktan sonra hayatı tamamen değişti. Daha önce şöhret, servet, bu kadar yoğun ilgi yaşamamıştı. Bu da onu bir süre sarstı bence. Ama şimdi bence öncelikleri doğru yerde.
Sadece savaşmaya devam etmeli, oyununu geliştirmeye devam etmeli. Oyuna biraz daha güç katmalı, fileye daha fazla gelmeli, biraz daha çok çalışmalı. Ve bence şu an olduğundan bile daha iyi bir oyuncu olacak.
"DJOKOVİC BİR GRAND SLAM DAHA KAZANABİLİR"
Djokovic'in, Andy Murray ile yollarını ayırması doğru karar mıydı?
- Bilmiyorum. İkisi arasında neler yaşandı, bunu kim bilebilir ki? Yani, içeride ne olup bittiğini bilmiyoruz. Ben kesinlikle işin içinde değilim. O odada neler konuşuldu, ne tür stratejiler tartışıldı, hiçbir fikrim yok.
Ama şunu söyleyeyim: Novak gibi tarihin en büyük oyuncusunu nasıl çalıştırırsınız? Bu gerçekten çok zor bir iş. Novak Djokovic'in koçu olmak çok zor ve bence biraz da göz korkutucu bir görev.
Bilmiyorum, Andy ona o ihtiyacı olan "edge"i—keskinliği—verebildi mi? Bence artık zaman Novak'ın aleyhine işliyor. Ve ben kişisel olarak onun en iyi tenisini oynadığı dönemin geçtiğini düşünüyorum.
Bakın, ben de bunu yaşadım. 30'larımın başında, Martina beni üst üste 13 kez yenmişti. Ve ardından Monica Seles ve Steffi Graf yükselişe geçmişti. Spikerler sürekli "Chrissy bir daha Slam kazanamaz" diyordu. Sonra iki Fransa Açık daha kazandım.
Yani bu deneyimimden dolayı, Novak'ın bir Grand Slam daha kazanmasını asla göz ardı edemem. Hâlâ kazanabilir. Ama benim hislerim... Bu hafta nasıl oynayacağına bakacağız. Ama hislerim şu yönde...
Bir sebepten ötürü, onun sert zeminde daha iyi olduğunu düşünüyorum. Sert kortlarda daha iyi bir istatistiği var—ABD Açık'ı kazandı, Avustralya Açık'ı kazandı ve hatta Wimbledon'da bile… Roland-Garros bence onun en zayıf Grand Slam'i. Bilmiyorum. Bu gerçekten zor. Bu tür şeylere veda etmek zor. Emekli olmak zor.
Ama bence kişisel olarak işler bu yöne doğru gidiyor—bu sene. Teşekkür ederim. Bakın, bu çok zor. Kimseye "artık oynamamalısın" demek istemezsiniz çünkü bu çok kişisel bir karardır. Ama şunu söyleyebilirim: Bence en iyi tenisini oynadığı dönem artık geride kaldı. Bu, tekrar epik bir maç oynayamayacağı anlamına gelmiyor ama her gün, her maç o seviyeyi sürdürebileceğini düşünmüyorum. Yani 20 yıldır turda olan bir oyuncu olarak, artık her maçta %100 seviyeyi koruyamazsınız. A oyununuzu her gün ortaya koyamazsınız. İşte bu noktada kaybetmeye başlarsınız.
Bu yüzden şunu söylüyorum: Günümüzde o kadar çok iyi oyuncu var ki… Bir off gününüzde sizi yakalarlar. Novak da bir off gün yaşarsa, birileri onu yakalayabilir.

Jasmine Paolini hakkında ne düşünüyorsunuz?
- Ah, onu unuttum değil mi? Jasmine… Onu nasıl dahil etmem! Aptallık ettim... Evet, kesinlikle o gruba dahil edilmeli. Yani, az önce saydığım ilk üç ismin yanında o da olmalı. O da orada, üst sıralarda yer almalı.
Gerçekten inanılmaz biri. Müthiş. O mükemmel bir toprak kort oyuncusu. Ve belki de tüm üst düzey oyuncular arasında en çok yönlü olanı. En çok yönlü oyuncu diyebilirim. Yani, her şeyi yapabiliyor. Çiftlerde büyük başarıları var—büyük turnuvalar kazandı. Yani fileye geliş zamanlaması kusursuz. Harika bir voleci. Doğru zamanda fileye çıkıyor, iyi sezgileri var ve neredeyse hiç top kaçırmıyor.
Vurduğu toplar çok ağır. Kaç boyunda? Ne kadar kısa? Sanırım… Ben 1.68 boyundayım ve yanında durduğumda ondan uzundum. Yani 1.62 falan olmalı. Ama oynarken sanki 1.93'lük biri gibi oynuyor. Gerçekten. Topa öyle bir spin ve ağırlıkla vuruyor ki…
Ve onu listeye dahil etmediğim için özür dilerim. Roma'dan önce bu fikre varmamıştım. Yani Roma'dan önce, zihnimde hep ilk üç oyuncu vardı. Ama Roma'da onu izledikten sonra fikrim değişti. Kesinlikle kazanma şansı var.
Geçen yıl Fransa finaline kadar gitmişti değil mi? Evet, Fransa Açık finaliydi, değil mi? Wimbledon da vardı. Bu iki turnuva. Hatta Wimbledon'da da neredeyse kazanıyordu. Onda gerçekten çok şey var. Somut olmayan birçok özelliğe sahip.
Sabalenka'ya baktığınızda "Görkemli güç! Dinamit!" dersiniz. Açık açık görülür. Ama Paolini gizliden gizliye etkili biri. Gizli bir silah gibi. Toplarına o kadar çok spin ve ağırlık koyuyor ki, rakiplerinin vuruş noktası genellikle omuz hizasında oluyor—ki bu da en verimli vuruş açısı değildir.
Ve sadece savunmada değil, hücumda da çok iyi. Bilmiyorum... Ama şunu söyleyebilirim: Geçen yılki çıkışından sonra hiçbir düşüş yaşamadı. İnsan normalde böyle çıkışlardan sonra bir gerileme bekler ama o formunu yıl boyunca korumayı başardı.
Erkeklerde favoriniz kim?
- Yine, Roma finalini izledikten sonra… Sinner'ın bu kadar iyi oynaması beni şaşırttı. Tüm turnuva boyunca çok iyi oynadı. Bu da bize gösteriyor ki… form kaybı yaşamamış.
Ama ben Alcaraz'ı seçiyorum. Çünkü bence kortun köşelerine doğru kayarak yaptığı hareketleri kimse onun kadar iyi yapamıyor. Kayarak gidip pozisyonu toparlaması müthiş. Ve artık daha disiplinli bir oyun tarzı görüyorum.
Önceden, repertuarındaki herhangi bir vuruşla puanı kazanabiliyordu. Her an olağanüstü bir şey çıkarabilirdi. Ama sonra maçlar kaybetmeye başladı çünkü belki de biraz fazla agresif oynamaya başladı, çok zorlamaya başladı. Ama şimdi… topa tahammülü arttı. Artık 8, 10, 12 vuruşluk rallilerde oynuyor. 4 ya da 5. vuruşta kazanmaya çalışmıyor.
Toprakta olay şudur: Vur, vur, vur… ta ki sahayı açana kadar. Ve sonra saldır. Sabırlı olmalısınız. Ve ben onda artık farklı bir strateji, farklı bir oyun tarzı, daha istikrarlı bir yapı görüyorum. Bu yüzden bence bu turnuvayı kazanmak için hazır durumda.
Roland-Garros'taki en sevdiğiniz anı ya da hikâye nedir?
- Ben, Grand Slam turnuvalarına gittiğimde genelde odama kapanan bir oyuncuydum. Çok fazla dışarı çıkmazdım. Ama ilk gidişimde, Philippe Chatrier annemi ve beni Lido'ya götürmüştü. O zaman 18 yaşındaydım ve daha önce hiç üstü çıplak kadınların sahne aldığı bir gece kulübüne gitmemiştim. Bu benim için bir şok olmuştu.
Ama bence Paris'in güzelliği, şehirde yürümek, Eiffel Kulesi'ne gitmek… Bunlar asla bıkılacak şeyler değil. Louvre'a gittim, tüm müzeleri gezdim, sadece yürümek bile keyif vericiydi.
Kafelerde, özellikle açık havadaki kafelerde oturmak… Yani, burası benim en sevdiğim iki Avrupa şehrinden biri. Ayrıca, toprak kort benim zeminimdi. En iyi sonuçlarımı burada aldım. Yedi kez şampiyon oldum ve bu kadınlarda bir rekor. Özellikle de 1985'te kazandığımda… Martina'ya arka arkaya 13 kez kaybetmiştim.
İki buçuk yıl boyunca onu yenememiştim ve sonra o maçı kazandım. İnsanlar bana "Senin en özel Grand Slam şampiyonluğun hangisi?" diye sorduğunda her zaman "1985 Fransa Açık" derim. Çünkü yaşım daha ileriydi, herkes beni gözden çıkarmıştı, genç oyuncular yükseliyordu ama benim de son bir çıkışım vardı. Cevabım bu olur.
Jannik Sinner'ın dönüşü hakkında yorumunuz?
- Bence gergindi. Yani… belki biraz sıkı, biraz gergin olmasını beklersiniz ama sahaya çok olgun, çok soğukkanlı bir şekilde çıktı. Gerçekten sakin görünüyordu. Mental olarak… erkekler arasında en dayanıklı oyuncu olabilir. Bence… Alcaraz'dan bile daha dayanıklı. Sahadaki diğer herkesten daha sağlam duruyor. Adeta robotik bir duruşu var, baskıyla çok iyi başa çıkıyor.
Bu baskıyla başa çıkma şekli beni etkiledi. Onu üç dört aydır oynamamıştım ve tekrar izlediğimde—vuruşlarının gücü, hızları, derinlikleri beni gerçekten etkiledi.
Ayrıca, büyük bir oyuncu olmasına rağmen sahada çok iyi hareket ediyor. Tabii, Alcaraz kadar iyi kaymıyor. Kayma onun için daha içgüdüsel değil. Ama büyük bir oyuncu için oldukça iyi hareket ediyor.
O yüzden… mental olarak sakin kalması ve sahadaki hareketliliği çok etkileyiciydi. Rica ederim.
İlk Roland-Garros şampiyonluğunuzun 50. yılı hakkında ne hissediyorsunuz?
- Bu biraz kafa karıştırıcı. Çünkü… yani, 50 yıl. Zaman nereye gitti? İlk tepkim bu oldu: "Vay be, 50 yıl geçmiş." Bu beni çok ama çok yaşlı hissettiriyor—ki zaten öyleyim ama yine de…
Geçmişe baktığımda, Paris'e gelen o genç kızı hatırlıyorum. İlk yılımda, finalde Margaret Court'a karşı bir break öne geçmiştim. İkinci ve üçüncü setlerde, sanırım. Ve maçı gerçekten kazanabilirdim. Kazanmalıydım da. Ama tecrübe burada devreye girdi. Gençtim ve bir Grand Slam kazanmanın ne kadar önemli olduğunu tam olarak anlamamıştım. O maçı sıradan bir turnuva gibi oynamıştım.
Ama hayır, harika anılarım var. Benim için… Philippe Chatrier Kortu hep bana aitmiş gibi hissettirdi. Nadal'la kıyaslamıyorum kendimi, asla. Ama kendi küçük dünyamda, o korta çıktığımda herkesi yenebileceğimi hissediyordum. Güçlü hissediyordum. Oyun tarzım toprağa çok uygundu. Philippe Chatrier'e çıkmak gerçekten harika bir duyguydu.
Ve bence güzel olan şu ki… 70'lerin başında, seyirciler kadın tenisinden çok etkilenmiyordu. İlgi daha çok erkekler üzerindeydi—Năstase, Björn Borg, Connors. Kadınlara pek destek verilmiyordu.
Ama Martina ve ben birbirimize karşı oynamaya başladığımızda, seyirci bizim rekabetimizi sevdi. Daha sonra Steffi ve Monica geldi. Onların rekabeti de ilgi gördü. Kadın oyuncular daha iyi maçlar çıkarmaya, daha sert vurmaya ve atletik olarak daha güçlü olmaya başlayınca seyirci de ilgisini artırdı.
Ve bence, Fransa Açık kadın tenisini en geç takdir eden Grand Slam oldu. Bunu açıkça söyleyebilirim. Ama şimdi takdir ediyorlar. Çok fazla hem de. Bu güzel bir gelişme.
1973'te Court'a karşı oynadığınız finalde, ikinci sette servis atarken maç sizdeydi. Bu maçı hatırlamak istemeyebilirsiniz ama... O maç size ne öğretti?
Bu noktada Djokovic'ten ne bekleyebiliriz?
- Aslında bu soruyu daha önce yanıtlamıştım ama senin için tekrar edeceğim.
Bu turnuva özelinde, bu hafta neler olacağını görmemiz gerekiyor. Bu bize önemli bir fikir verecektir.
Yani… toprakta maç kazandı mı? Kazandı mı?
(Evert kendine soruyor, emin değil.)
Bu arada bunu bilmeliydim, ben yorumcuyum sonuçta…
Evet, bir maç kazandı. Ama eğer bu şekilde, ilk ya da ikinci turda kaybetmeye devam ederse… onu gerçek bir şampiyonluk adayı olarak göremeyiz.
Daha önce de söylediğim gibi, yaş almak ve tenisçi olarak yaşlanmak çok farklı şeyler. 15-20 yıl boyunca turda olduktan sonra… yaşınız ilerlediğinde, 30'ların sonu ya da 40'ların başı gibi… artık her maçta A oyununu sergileyemezsin.
Bir Grand Slam kazanmak için yedi maçı da üst üste istikrarlı bir şekilde oynaman gerekir. Çünkü rakipler artık çok güçlü. Eğer B ya da C oyununla sahaya çıkarsan…
Şu anki haliyle oynarsa, kazanamaz. Her maçta olağanüstü oynaması gerekir. Her maç.
Yani… onu ikinci haftada görebilirim. Belki yarı finalde görebilirim. Ama son birkaç haftadaki haline bakarak, bu turnuvayı kazanabileceğini düşünmüyorum. Sanmıyorum.
Bu hafta bize çok şey gösterecek. Ama bence burada asıl mesele yaş. Vücudu… vücudu en iyi dönemini beş yıl önce yaşamış olabilir. Artık zirvesinde değil. Hâlâ olağanüstü anlar yaşayabilir, evet, ama bunu istikrarlı bir şekilde yapamaz.
Iga Swiatek hakkında son notlarınız var mı?
- Bence çok önemli bir noktaya değindiniz ve biz daha önce bu konuyu konuşmamıştık: doping vakası. Bu olayın onu kişisel olarak çok etkilediğini düşünüyorum. Çünkü bence o, insanların onun hakkında ne düşündüğüne oldukça duyarlı bir insan.
Saygı görmek onun için çok önemli. Gerçek bir rol model olmak istiyor. Ve bu olay, onun gözünde kendi imajını biraz lekelemiş olabilir. Bu olay onu duygusal olarak kesinlikle sarstı. Çünkü tüm bunlar Fransa Açık'tan hemen sonra oldu. O sıralarda doping tartışması çıktı. Ve ardından gelen sonuçlar da istediği gibi gitmedi.
O sırada dünya bir numarasıydı. Sonra bir numaralığını kaybetti. Ve şimdi, Fransa'dan sonra sıralaması kaç olacak bilmiyorum… Dördüncü ya da beşinci mi?
—Beşinci, öyle mi? Tamam.
Ve üstüne bir de turnuva kazanamamak… Bu da sizi hem zihinsel hem de duygusal olarak etkiliyor. Ve o kesinlikle bir "özgüven oyuncusu". Tıpkı çoğu üst düzey oyuncu gibi. Onun için özgüven çok önemli.
Ama artık eskisi kadar yüksek özgüveni olduğunu sanmıyorum. Ve bunu en çok forehand'inden anlayabiliyorum. Topa vuruşlarında biraz isabetsizlik var gibi görünüyor. Bazen "shank" yapıyor, yani topu çerçeveye denk getiriyor. Forehand'i artık eskisi kadar sağlam değil.
Ve uzun rallilerde, diğer oyuncular özellikle onun forehand tarafına saldırıyor. Son bir yılda forehand'i defalarca çöktü—önceden görmediğimiz kadar.
Ayrıca servisi de geliştirmesi gerekiyor. Bence ikinci servisi hâlâ hedef konumunda. Sabalenka ve Coco gibi return'de çok iyi olan oyuncular için bu servis kolay bir hedef oluyor.
Ve mesela, Ostapenko'ya altı kez üst üste kaybetmiş olması… Bu tür istatistikler onun özgüvenini aşındırıyor. Bu durum onda iz bırakıyor.
Peki özgüvenini nasıl geri kazanacak?
Bence Fransa Açık'taki ilk birkaç maçında, kesinlikle çekingen oynamamalı. Sahaya çıkıp vuruşlarına güvenmeli. Agresif olmalı. Belki sahayı daraltmalı, biraz daha ortaya oynamalı. Vuruş zamanlamasını bulmalı. Servis üzerinde çalışmaya devam etmeli.
Ama yine de avantajına olan şey, bu kortun hızı. O bu hızları seviyor. Orta-yavaş denebilecek bir zemin. Diğer toprak kort turnuvaları biraz daha hızlıydı. Burada ise vuruşlarına hazırlık için daha fazla zamanı olacak.
Ve unutmayalım, bu korta dört kez şampiyon olarak çıkıyor. Bu kort onun evi gibi. Bu da her sette ona fazladan iki oyun özgüven kazandırabilir. İlk hafta boyunca ritmini bulabilir, oyununu tekrar rayına oturtabilir. Bakalım bunu başarabilecek mi.
Chris Evert'ten Swiatek'e kişisel tavsiye:
- Bu arada, bir şey daha eklemek istiyorum. Hani bazen bana "Ne tavsiye edersiniz?" diye soruluyor ya… Şöyle söyleyeyim: Martina'ya karşı 13 kez üst üste kaybettiğim dönemde ben de bu noktadaydım.
Bazen kendini kandırmak gerekir. Kendini blöflemelisin. Yüzde 100 emin olmasan da, kendini özgüvenli hissetmeye zorlamalısın. Kendinle konuşmalı, kendini motive etmelisin. Vuruşlarını güvenle yapmaya kendini ikna etmelisin.
Temele dönmelisin. Ayak hareketlerini oturtmalısın. Spini artırmalısın. Geniş hedeflere oynamalısın.
Yani seni şampiyon yapan o sade oyuna geri dönmelisin.
Grigor Dimitrov hakkında ne düşünüyorsunuz?
- Bence onun gibilerden çok var. Öncelikle, antrenmanda baskı yoktur. Bir şey kazanma baskısı olmadığı için daha rahat olursun. Daha serbest oynarsın. Yani, bu bir "yenilik" değil.
Ve tavsiye olarak… Ben bir maçta gerildiğimde, kendimi rahat olduğum bir pozisyona koymayı hayal ederdim. Görselleştirirdim. Zihnimde, rahatça kazandığım puanları tekrar tekrar oynatırdım.
Majör final öncesinde bile bunu yapardım. Kendimi zihinsel olarak önde gidiyormuşum gibi hayal ederdim.
Ayrıca, bu oyunun bir kısmı da vücudu kontrol etmektir. Buna "baskı" diyoruz ve herkesin kendi küçük balonunun içinde bunu çözmesi gerekir.
"Neden geriliyorum?" sorusunu kendine sormalısın. "Ayaklarımı mı kullanmıyorum? Topa yeterince hız mı katmıyorum? Topu fazla mı itiyorum? Düşüncelerimle mi oynuyorum?" Bunları tespit edip düzeltmelisin.
Örneğin: "Şu vuruşta elimden gelenin en iyisini yapacağım ama topu içeride tutacak kadar spin vereceğim." Bu tamamen problem çözme meselesi.
İşte şampiyonlar bu yüzden bir üst seviyededir. Çünkü baskı altında çözüm üretirler.
Fransa Açık olarak bilinen sezonun ikinci Grand Slam'i Roland-Garros, 26 Mayıs - 9 Haziran tarihleri arasında Paris'te düzenleniyor. Turnuva, Türkiye'de Eurosport ekranlarından ve dijital platform Max üzerinden canlı yayınlanacak.
Turnuva öncesinde, Eurosport'un uzman yorumcularından efsane tenisçi Chris Evert, kadınlar ve erkekler tablolarına dair dikkat çekici değerlendirmelerde bulundu. 18 Grand Slam şampiyonluğu bulunan Evert, Iga Swiatek'in düşen formu, Alcaraz'ın olası zaferi, Djokovic'in fiziksel durumu ve Simona Halep'in emekliliği gibi birçok önemli konuya samimi açıklamalar getirdi.
Iga Swiatek hâlâ favori sayılabilir mi?
- Bence artık ortada net bir favori yok. Yani, benim için bakınca, tabii ki Iga'ya bakıyorum. Onu asla göz ardı edemezsiniz. Bu turnuvayı o kadar çok kez kazandı ki… Ve bütün toprak kort turnuvaları farklı hızlara, farklı ortamlara sahip oluyor; bazıları kapalı, bazıları açık. Ama Iga, Roland Garros'ta kendini en rahat hisseden isim. Bu onun en iyi zemini. Ve sadece şöyle düşünüyorum… Asıl sorum şu: Acaba işleri tersine çevirebilir mi? Çünkü ne olduğunu kimse tam olarak bilmiyor. Bu, onun hayatındaki duygusal bir unsurla mı ilgili, yoksa oyunuyla mı ilgili ya da diğer oyuncular artık onu daha iyi tanıyıp nasıl oynamaları gerektiğini mi öğrenmiş durumda? Bilmiyorum. Ne olduğunu gerçekten bilmiyoruz. Her şeyi kendine saklıyor, çok özel biri.
Ama bunu söyledikten sonra, onu asla göz ardı etmem. Çünkü o bir şampiyon. Ama seviyesini bir kademe daha yukarı çıkarmak zorunda kalacak. Forehand'i çalışmak zorunda olacak ve servisi… Servisi bazı kolay puanlar kazandırmalı eğer bu turnuvayı kazanacaksa.
Aynı seviyedeyse, yani eğer turnuvada en üst seviyesinde değilse, ben Sabalenka'yı ve Coco'yu da en az onun kadar şanslı görüyorum. Bu üçü—Sabalenka… Bence toprak, Sabalenka'nın da en iyi zemini olmalı çünkü çok agresif bir oyuncu. Sert kortlara veya çime göre burada daha tehlikeli olmalı. Ama o da sabrı öğrendi, kısa topları öğrendi ve şu anda oyunundan memnun görünüyor, özgüveni yerinde. O yüzden onu da en üst sıralarda saymalıyız.
Ve sonra Coco… Bakın, ben Amerikalıyım ve onu 15 yaşından beri destekliyorum. Forehand'i daha iyi görünüyor. Topa daha iyi giriyor. Ve bence o da şampiyonluk için ciddi bir aday. Yani, iyi olan şu ki—bu yıl kadınlar tarafı çok heyecan verici olacak çünkü tek bir oyuncuyu çıkarıp "sahaya karşı bu kişi" diyemiyoruz.
Swiatek'in en sevdiği zemin olan toprakta gelişim göstermesi daha mı kolay olur?
- Bence bu sadece son iki haftayla ilgili değil. O bir yıldır turnuva kazanamadı. Evet, geçen yılki Fransa Açık'tan bu yana hiçbir turnuva kazanamadı. Yani bu aslında bir süredir devam eden bir durum. Ve bence bu yavaş yavaş birikiyor. Ne kadar çok kaybedersen, oyununla ilgili güvenini de o kadar çok kaybedersin. Ve diğer oyuncular da bunun farkına varır; artık gerçekten bir şanslarının olduğunu düşünürler.
Ve ben Coco'nun onu yendiği maçları izlediğimde—sanırım son iki maçında Coco onu yendi—oyun boyunca forehand'den forehand'e oynadıklarını gördüm çünkü ikisinin de forehand'i görece zayıf yönü. Ve Coco'nun forehand'i Iga'nınkinden daha sağlam kaldı.
Yani bana göre, oyuncular artık Iga'ya karşı nasıl oynamaları gerektiğini biliyor. Ve artık onun yenilmez olmadığını da biliyorlar çünkü birkaç maç kaybetti. Bu yüzden… Bu, Iga'nın özgüven kaybı yaşamasının bir sonucu. Çünkü bir yıldır turnuva kazanamayan bir oyuncu nasıl bir numara olabilir? Biliyorsunuz, o bir ara dünya bir numarasıydı. Ama bir yıl boyunca turnuva kazanamazsan, artık bir numara olamazsın.
Yani burada iki bileşen var: Biri, onun kendi oyununa olan güvenini kaybetmesi; diğeri ise, diğer oyuncuların artık ona karşı şanslarının olduğunu düşünmesi. Önceden bu hissiyat yoktu. Ama şimdi var.
Bu ikisi şu anda Iga'nın hayatında, daha doğrusu tenis hayatında etkili olan şeyler. Teşekkür ederim. Bu arada, umarım seviyesini tekrar bulur. Bakın, ben de şampiyondum ve diğer oyunculara karşı o üstünlüğünü kaybettiğin o duyguyu bilirim. Ve o iyi biri. Gerçekten iyi bir insan. Ve onun toprakta—belki de tarihin en iyi toprak kort oyuncularından biri yapan—o seviyeye tekrar ulaşmasını umuyorum.
"HALEP'İN EMEKLİLİĞİ SÜRPRİZ DEĞİL"
Simona Halep'in emekliliği sürpriz oldu mu?
- Hayır, çünkü yaşadığı sakatlıklar... Yani, öncelikle, bence bu sporda olmak onu mental ve duygusal olarak yıprattı. Uzun süre boyunca bununla mücadele etti ve gerçekten, ne bileyim… Sanki sürekli savaştı. Ve bu onun enerjisini tüketti. Mücadele gücünü elinden aldı.
Geri döndüğünde, Mouratoglou ile geldiğini hatırlıyorum, hâlâ çok fit görünüyordu ama sonra yine sakatlandı. Vücudu artık dayanmaz hâle gelmişti. Kaç kez geri dönebilirsiniz ki? Sürekli geri gelip yeniden başlamak… Ayrıca, döndüğünde sahadaki rekabet seviyesi, ayrıldığı zamana göre çok daha yüksekti. Daha fazla derinlik vardı.
Yani artık sırtı duvara dayanmış gibiydi. Bu onun için gerçekten zor bir karar olmuştur, eminim. Ama bence doğru kararı verdi.

Simona Halep teniste nasıl bir miras bıraktı?
- Bir savaşçı. O tam anlamıyla bir savaşçıydı. Harika bir rekabetçiydi. Baskıyla çok yüksek seviyede baş edebiliyordu. Bu yönüyle harika bir rekabetçiydi.
Ve diğer oyunculardan daha küçük yapılı olduğu için daha çok çalışmak zorundaydı. Ben hep şöyle derim: Sabalenka'nın bir adımı için Simona üç adım atmak zorundaydı. Yani o gerçekten bir "grinder"dı, yani savaşçı ve mücadeleci bir oyuncuydu. Küçük vücuduna rağmen güçlü vuruşlar yapabiliyordu. Baselinedan agresif oynardı. Ama bence onun en dikkat çekici yönü çalışma disiplini ve içindeki o savaşma içgüdüsüydü.
Bunlar genç oyuncular için ilham verici olacaktır. Ben hep bu yönleriyle hatırlayacağım.
Mark Petchey, Emma Raducanu için iyi oldu mu?
- Evet, bence Mark Petchey ile birlikte daha iyi oynuyor. Bence çok bilgili biri. Yani, nasıl olmasın zaten?
Emma'dan bazı iyi maçlar gördüm. Bence… oyunun zihinsel ve duygusal tarafını daha iyi kavramış görünüyor. Daha yerleşik, daha dengeli biri gibi görünüyor. Ne yapmak istediğini biliyor gibi. Güçlü ve zayıf yönlerinin farkında. Oyununun farkındalığı çok iyi. Ne yapması gerektiğini biliyor.
Ama o da yine sakatlık yaşayan oyunculardan biri. Bu kadar sık sakatlanan oyuncular için üzülüyorum. İyi oynamaya başlıyorlar ve sonra sakatlanıyorlar. Bu da mutlaka insanı yıpratır.
Ama Emma bazı iyi sinyaller veriyor. Umut vadediyor.
Ve onu izlerken, gözlerine baktığınızda bu kez yüzde 100 kendini adadığını görebiliyorsunuz. Gerçekten bunu yapmak istiyor. Bu işi seviyor. Ve bakın, US Open'ı kazandıktan sonra hayatı tamamen değişti. Daha önce şöhret, servet, bu kadar yoğun ilgi yaşamamıştı. Bu da onu bir süre sarstı bence. Ama şimdi bence öncelikleri doğru yerde.
Sadece savaşmaya devam etmeli, oyununu geliştirmeye devam etmeli. Oyuna biraz daha güç katmalı, fileye daha fazla gelmeli, biraz daha çok çalışmalı. Ve bence şu an olduğundan bile daha iyi bir oyuncu olacak.
"DJOKOVİC BİR GRAND SLAM DAHA KAZANABİLİR"
Djokovic'in, Andy Murray ile yollarını ayırması doğru karar mıydı?
- Bilmiyorum. İkisi arasında neler yaşandı, bunu kim bilebilir ki? Yani, içeride ne olup bittiğini bilmiyoruz. Ben kesinlikle işin içinde değilim. O odada neler konuşuldu, ne tür stratejiler tartışıldı, hiçbir fikrim yok.
Ama şunu söyleyeyim: Novak gibi tarihin en büyük oyuncusunu nasıl çalıştırırsınız? Bu gerçekten çok zor bir iş. Novak Djokovic'in koçu olmak çok zor ve bence biraz da göz korkutucu bir görev.
Bilmiyorum, Andy ona o ihtiyacı olan "edge"i—keskinliği—verebildi mi? Bence artık zaman Novak'ın aleyhine işliyor. Ve ben kişisel olarak onun en iyi tenisini oynadığı dönemin geçtiğini düşünüyorum.
Bakın, ben de bunu yaşadım. 30'larımın başında, Martina beni üst üste 13 kez yenmişti. Ve ardından Monica Seles ve Steffi Graf yükselişe geçmişti. Spikerler sürekli "Chrissy bir daha Slam kazanamaz" diyordu. Sonra iki Fransa Açık daha kazandım.
Yani bu deneyimimden dolayı, Novak'ın bir Grand Slam daha kazanmasını asla göz ardı edemem. Hâlâ kazanabilir. Ama benim hislerim... Bu hafta nasıl oynayacağına bakacağız. Ama hislerim şu yönde...
Bir sebepten ötürü, onun sert zeminde daha iyi olduğunu düşünüyorum. Sert kortlarda daha iyi bir istatistiği var—ABD Açık'ı kazandı, Avustralya Açık'ı kazandı ve hatta Wimbledon'da bile… Roland-Garros bence onun en zayıf Grand Slam'i. Bilmiyorum. Bu gerçekten zor. Bu tür şeylere veda etmek zor. Emekli olmak zor.
Ama bence kişisel olarak işler bu yöne doğru gidiyor—bu sene. Teşekkür ederim. Bakın, bu çok zor. Kimseye "artık oynamamalısın" demek istemezsiniz çünkü bu çok kişisel bir karardır. Ama şunu söyleyebilirim: Bence en iyi tenisini oynadığı dönem artık geride kaldı. Bu, tekrar epik bir maç oynayamayacağı anlamına gelmiyor ama her gün, her maç o seviyeyi sürdürebileceğini düşünmüyorum. Yani 20 yıldır turda olan bir oyuncu olarak, artık her maçta %100 seviyeyi koruyamazsınız. A oyununuzu her gün ortaya koyamazsınız. İşte bu noktada kaybetmeye başlarsınız.
Bu yüzden şunu söylüyorum: Günümüzde o kadar çok iyi oyuncu var ki… Bir off gününüzde sizi yakalarlar. Novak da bir off gün yaşarsa, birileri onu yakalayabilir.

Jasmine Paolini hakkında ne düşünüyorsunuz?
- Ah, onu unuttum değil mi? Jasmine… Onu nasıl dahil etmem! Aptallık ettim... Evet, kesinlikle o gruba dahil edilmeli. Yani, az önce saydığım ilk üç ismin yanında o da olmalı. O da orada, üst sıralarda yer almalı.
Gerçekten inanılmaz biri. Müthiş. O mükemmel bir toprak kort oyuncusu. Ve belki de tüm üst düzey oyuncular arasında en çok yönlü olanı. En çok yönlü oyuncu diyebilirim. Yani, her şeyi yapabiliyor. Çiftlerde büyük başarıları var—büyük turnuvalar kazandı. Yani fileye geliş zamanlaması kusursuz. Harika bir voleci. Doğru zamanda fileye çıkıyor, iyi sezgileri var ve neredeyse hiç top kaçırmıyor.
Vurduğu toplar çok ağır. Kaç boyunda? Ne kadar kısa? Sanırım… Ben 1.68 boyundayım ve yanında durduğumda ondan uzundum. Yani 1.62 falan olmalı. Ama oynarken sanki 1.93'lük biri gibi oynuyor. Gerçekten. Topa öyle bir spin ve ağırlıkla vuruyor ki…
Ve onu listeye dahil etmediğim için özür dilerim. Roma'dan önce bu fikre varmamıştım. Yani Roma'dan önce, zihnimde hep ilk üç oyuncu vardı. Ama Roma'da onu izledikten sonra fikrim değişti. Kesinlikle kazanma şansı var.
Geçen yıl Fransa finaline kadar gitmişti değil mi? Evet, Fransa Açık finaliydi, değil mi? Wimbledon da vardı. Bu iki turnuva. Hatta Wimbledon'da da neredeyse kazanıyordu. Onda gerçekten çok şey var. Somut olmayan birçok özelliğe sahip.
Sabalenka'ya baktığınızda "Görkemli güç! Dinamit!" dersiniz. Açık açık görülür. Ama Paolini gizliden gizliye etkili biri. Gizli bir silah gibi. Toplarına o kadar çok spin ve ağırlık koyuyor ki, rakiplerinin vuruş noktası genellikle omuz hizasında oluyor—ki bu da en verimli vuruş açısı değildir.
Ve sadece savunmada değil, hücumda da çok iyi. Bilmiyorum... Ama şunu söyleyebilirim: Geçen yılki çıkışından sonra hiçbir düşüş yaşamadı. İnsan normalde böyle çıkışlardan sonra bir gerileme bekler ama o formunu yıl boyunca korumayı başardı.
Erkeklerde favoriniz kim?
- Yine, Roma finalini izledikten sonra… Sinner'ın bu kadar iyi oynaması beni şaşırttı. Tüm turnuva boyunca çok iyi oynadı. Bu da bize gösteriyor ki… form kaybı yaşamamış.
Ama ben Alcaraz'ı seçiyorum. Çünkü bence kortun köşelerine doğru kayarak yaptığı hareketleri kimse onun kadar iyi yapamıyor. Kayarak gidip pozisyonu toparlaması müthiş. Ve artık daha disiplinli bir oyun tarzı görüyorum.
Önceden, repertuarındaki herhangi bir vuruşla puanı kazanabiliyordu. Her an olağanüstü bir şey çıkarabilirdi. Ama sonra maçlar kaybetmeye başladı çünkü belki de biraz fazla agresif oynamaya başladı, çok zorlamaya başladı. Ama şimdi… topa tahammülü arttı. Artık 8, 10, 12 vuruşluk rallilerde oynuyor. 4 ya da 5. vuruşta kazanmaya çalışmıyor.
Toprakta olay şudur: Vur, vur, vur… ta ki sahayı açana kadar. Ve sonra saldır. Sabırlı olmalısınız. Ve ben onda artık farklı bir strateji, farklı bir oyun tarzı, daha istikrarlı bir yapı görüyorum. Bu yüzden bence bu turnuvayı kazanmak için hazır durumda.
Roland-Garros'taki en sevdiğiniz anı ya da hikâye nedir?
- Ben, Grand Slam turnuvalarına gittiğimde genelde odama kapanan bir oyuncuydum. Çok fazla dışarı çıkmazdım. Ama ilk gidişimde, Philippe Chatrier annemi ve beni Lido'ya götürmüştü. O zaman 18 yaşındaydım ve daha önce hiç üstü çıplak kadınların sahne aldığı bir gece kulübüne gitmemiştim. Bu benim için bir şok olmuştu.
Ama bence Paris'in güzelliği, şehirde yürümek, Eiffel Kulesi'ne gitmek… Bunlar asla bıkılacak şeyler değil. Louvre'a gittim, tüm müzeleri gezdim, sadece yürümek bile keyif vericiydi.
Kafelerde, özellikle açık havadaki kafelerde oturmak… Yani, burası benim en sevdiğim iki Avrupa şehrinden biri. Ayrıca, toprak kort benim zeminimdi. En iyi sonuçlarımı burada aldım. Yedi kez şampiyon oldum ve bu kadınlarda bir rekor. Özellikle de 1985'te kazandığımda… Martina'ya arka arkaya 13 kez kaybetmiştim.
İki buçuk yıl boyunca onu yenememiştim ve sonra o maçı kazandım. İnsanlar bana "Senin en özel Grand Slam şampiyonluğun hangisi?" diye sorduğunda her zaman "1985 Fransa Açık" derim. Çünkü yaşım daha ileriydi, herkes beni gözden çıkarmıştı, genç oyuncular yükseliyordu ama benim de son bir çıkışım vardı. Cevabım bu olur.
Jannik Sinner'ın dönüşü hakkında yorumunuz?
- Bence gergindi. Yani… belki biraz sıkı, biraz gergin olmasını beklersiniz ama sahaya çok olgun, çok soğukkanlı bir şekilde çıktı. Gerçekten sakin görünüyordu. Mental olarak… erkekler arasında en dayanıklı oyuncu olabilir. Bence… Alcaraz'dan bile daha dayanıklı. Sahadaki diğer herkesten daha sağlam duruyor. Adeta robotik bir duruşu var, baskıyla çok iyi başa çıkıyor.
Bu baskıyla başa çıkma şekli beni etkiledi. Onu üç dört aydır oynamamıştım ve tekrar izlediğimde—vuruşlarının gücü, hızları, derinlikleri beni gerçekten etkiledi.
Ayrıca, büyük bir oyuncu olmasına rağmen sahada çok iyi hareket ediyor. Tabii, Alcaraz kadar iyi kaymıyor. Kayma onun için daha içgüdüsel değil. Ama büyük bir oyuncu için oldukça iyi hareket ediyor.
O yüzden… mental olarak sakin kalması ve sahadaki hareketliliği çok etkileyiciydi. Rica ederim.
İlk Roland-Garros şampiyonluğunuzun 50. yılı hakkında ne hissediyorsunuz?
- Bu biraz kafa karıştırıcı. Çünkü… yani, 50 yıl. Zaman nereye gitti? İlk tepkim bu oldu: "Vay be, 50 yıl geçmiş." Bu beni çok ama çok yaşlı hissettiriyor—ki zaten öyleyim ama yine de…
Geçmişe baktığımda, Paris'e gelen o genç kızı hatırlıyorum. İlk yılımda, finalde Margaret Court'a karşı bir break öne geçmiştim. İkinci ve üçüncü setlerde, sanırım. Ve maçı gerçekten kazanabilirdim. Kazanmalıydım da. Ama tecrübe burada devreye girdi. Gençtim ve bir Grand Slam kazanmanın ne kadar önemli olduğunu tam olarak anlamamıştım. O maçı sıradan bir turnuva gibi oynamıştım.
Ama hayır, harika anılarım var. Benim için… Philippe Chatrier Kortu hep bana aitmiş gibi hissettirdi. Nadal'la kıyaslamıyorum kendimi, asla. Ama kendi küçük dünyamda, o korta çıktığımda herkesi yenebileceğimi hissediyordum. Güçlü hissediyordum. Oyun tarzım toprağa çok uygundu. Philippe Chatrier'e çıkmak gerçekten harika bir duyguydu.
Ve bence güzel olan şu ki… 70'lerin başında, seyirciler kadın tenisinden çok etkilenmiyordu. İlgi daha çok erkekler üzerindeydi—Năstase, Björn Borg, Connors. Kadınlara pek destek verilmiyordu.
Ama Martina ve ben birbirimize karşı oynamaya başladığımızda, seyirci bizim rekabetimizi sevdi. Daha sonra Steffi ve Monica geldi. Onların rekabeti de ilgi gördü. Kadın oyuncular daha iyi maçlar çıkarmaya, daha sert vurmaya ve atletik olarak daha güçlü olmaya başlayınca seyirci de ilgisini artırdı.
Ve bence, Fransa Açık kadın tenisini en geç takdir eden Grand Slam oldu. Bunu açıkça söyleyebilirim. Ama şimdi takdir ediyorlar. Çok fazla hem de. Bu güzel bir gelişme.
1973'te Court'a karşı oynadığınız finalde, ikinci sette servis atarken maç sizdeydi. Bu maçı hatırlamak istemeyebilirsiniz ama... O maç size ne öğretti?
- Ah tanrım, ah tanrım… O maç bana ne öğretti?
Bence bana tecrübenin önemini öğretti. Maçı bitirebilmek için biraz daha yoğun, daha kararlı olmam gerektiğini öğretti. Ve şunu da belirtmeliyim ki, 70'lerin başlarında kadın tenisinde asıl odak noktamız, kadınlar için bir profesyonel tur oluşturmaktı—Virginia Slims Turu.
O turnuvalar çok önemliydi çünkü bir tur inşa ediyorduk. 70'lerin başında, bu bizim ana hedefimizdi. Grand Slam'ler o zamanlar birinci öncelik değildi. Asıl hedef, 200-300 kadının geçimini sağlayabileceği bir sistem kurmaktı. Bu, Billie Jean King, ben ve diğer üst düzey oyuncular için daha önemliydi.
Ama Fransa Açık'ta oynadığımda ve Margaret'e kaybettiğimde… o maçtan çıkardığım ders şu oldu: Büyük puanlarda daha güçlü olmalıyım. Maç bitirme fırsatım olduğunda daha kararlı olmalıyım. Bu dersi aldım.
"HİÇ KİMSE RAFA NADAL GİBİ OLAMAYACAK"
Carlos Alcaraz, Rafa Nadal kadar toprakta baskın olabilir mi?
- Evet, bence… Ama hiç kimse Rafa Nadal gibi olamayacak. Bence… Yani, o kadar olağanüstüydü ki. Adeta Herkül gibiydi. 14 kez Fransa Açık'ı kazandı, değil mi? 14. Yani… bilmiyorum.
Carlos… Bence Carlos daha çok "her zeminde oynayabilen" bir oyuncu. Fransa Açık'ı kazanacak, toprakta şampiyonluklar elde edecek. Ama Nadal kadar baskın olacağını sanmıyorum çünkü onun çim ve sert zeminde de benzer bir etki yaratabileceğini düşünüyorum. Oyun tarzı tüm zeminlere uygun.
Ayrıca her on yılda bir oyuncular daha iyi hale geliyor. Genç yetenekler—Fonseca'lar, Mensik'ler… Arthur Fils… ve Fils… değil mi? Fils gibi oyuncular geliyor. Oyuncu havuzu artık daha derin.
Ama yine de Carlos, sizi şaşırtabiliyor. Kitapta yazan her vuruşa sahip.
Nadal gibi değil. Nadal daha sınırlı bir oyuncuydu ama mentalitesi eşi benzeri görülmemişti. O mental güce bir daha kimsenin ulaşabileceğini sanmıyorum.

Bence bana tecrübenin önemini öğretti. Maçı bitirebilmek için biraz daha yoğun, daha kararlı olmam gerektiğini öğretti. Ve şunu da belirtmeliyim ki, 70'lerin başlarında kadın tenisinde asıl odak noktamız, kadınlar için bir profesyonel tur oluşturmaktı—Virginia Slims Turu.
O turnuvalar çok önemliydi çünkü bir tur inşa ediyorduk. 70'lerin başında, bu bizim ana hedefimizdi. Grand Slam'ler o zamanlar birinci öncelik değildi. Asıl hedef, 200-300 kadının geçimini sağlayabileceği bir sistem kurmaktı. Bu, Billie Jean King, ben ve diğer üst düzey oyuncular için daha önemliydi.
Ama Fransa Açık'ta oynadığımda ve Margaret'e kaybettiğimde… o maçtan çıkardığım ders şu oldu: Büyük puanlarda daha güçlü olmalıyım. Maç bitirme fırsatım olduğunda daha kararlı olmalıyım. Bu dersi aldım.
"HİÇ KİMSE RAFA NADAL GİBİ OLAMAYACAK"
Carlos Alcaraz, Rafa Nadal kadar toprakta baskın olabilir mi?
- Evet, bence… Ama hiç kimse Rafa Nadal gibi olamayacak. Bence… Yani, o kadar olağanüstüydü ki. Adeta Herkül gibiydi. 14 kez Fransa Açık'ı kazandı, değil mi? 14. Yani… bilmiyorum.
Carlos… Bence Carlos daha çok "her zeminde oynayabilen" bir oyuncu. Fransa Açık'ı kazanacak, toprakta şampiyonluklar elde edecek. Ama Nadal kadar baskın olacağını sanmıyorum çünkü onun çim ve sert zeminde de benzer bir etki yaratabileceğini düşünüyorum. Oyun tarzı tüm zeminlere uygun.
Ayrıca her on yılda bir oyuncular daha iyi hale geliyor. Genç yetenekler—Fonseca'lar, Mensik'ler… Arthur Fils… ve Fils… değil mi? Fils gibi oyuncular geliyor. Oyuncu havuzu artık daha derin.
Ama yine de Carlos, sizi şaşırtabiliyor. Kitapta yazan her vuruşa sahip.
Nadal gibi değil. Nadal daha sınırlı bir oyuncuydu ama mentalitesi eşi benzeri görülmemişti. O mental güce bir daha kimsenin ulaşabileceğini sanmıyorum.

Bu noktada Djokovic'ten ne bekleyebiliriz?
- Aslında bu soruyu daha önce yanıtlamıştım ama senin için tekrar edeceğim.
Bu turnuva özelinde, bu hafta neler olacağını görmemiz gerekiyor. Bu bize önemli bir fikir verecektir.
Yani… toprakta maç kazandı mı? Kazandı mı?
(Evert kendine soruyor, emin değil.)
Bu arada bunu bilmeliydim, ben yorumcuyum sonuçta…
Evet, bir maç kazandı. Ama eğer bu şekilde, ilk ya da ikinci turda kaybetmeye devam ederse… onu gerçek bir şampiyonluk adayı olarak göremeyiz.
Daha önce de söylediğim gibi, yaş almak ve tenisçi olarak yaşlanmak çok farklı şeyler. 15-20 yıl boyunca turda olduktan sonra… yaşınız ilerlediğinde, 30'ların sonu ya da 40'ların başı gibi… artık her maçta A oyununu sergileyemezsin.
Bir Grand Slam kazanmak için yedi maçı da üst üste istikrarlı bir şekilde oynaman gerekir. Çünkü rakipler artık çok güçlü. Eğer B ya da C oyununla sahaya çıkarsan…
Şu anki haliyle oynarsa, kazanamaz. Her maçta olağanüstü oynaması gerekir. Her maç.
Yani… onu ikinci haftada görebilirim. Belki yarı finalde görebilirim. Ama son birkaç haftadaki haline bakarak, bu turnuvayı kazanabileceğini düşünmüyorum. Sanmıyorum.
Bu hafta bize çok şey gösterecek. Ama bence burada asıl mesele yaş. Vücudu… vücudu en iyi dönemini beş yıl önce yaşamış olabilir. Artık zirvesinde değil. Hâlâ olağanüstü anlar yaşayabilir, evet, ama bunu istikrarlı bir şekilde yapamaz.
Iga Swiatek hakkında son notlarınız var mı?
- Bence çok önemli bir noktaya değindiniz ve biz daha önce bu konuyu konuşmamıştık: doping vakası. Bu olayın onu kişisel olarak çok etkilediğini düşünüyorum. Çünkü bence o, insanların onun hakkında ne düşündüğüne oldukça duyarlı bir insan.
Saygı görmek onun için çok önemli. Gerçek bir rol model olmak istiyor. Ve bu olay, onun gözünde kendi imajını biraz lekelemiş olabilir. Bu olay onu duygusal olarak kesinlikle sarstı. Çünkü tüm bunlar Fransa Açık'tan hemen sonra oldu. O sıralarda doping tartışması çıktı. Ve ardından gelen sonuçlar da istediği gibi gitmedi.
O sırada dünya bir numarasıydı. Sonra bir numaralığını kaybetti. Ve şimdi, Fransa'dan sonra sıralaması kaç olacak bilmiyorum… Dördüncü ya da beşinci mi?
—Beşinci, öyle mi? Tamam.
Ve üstüne bir de turnuva kazanamamak… Bu da sizi hem zihinsel hem de duygusal olarak etkiliyor. Ve o kesinlikle bir "özgüven oyuncusu". Tıpkı çoğu üst düzey oyuncu gibi. Onun için özgüven çok önemli.
Ama artık eskisi kadar yüksek özgüveni olduğunu sanmıyorum. Ve bunu en çok forehand'inden anlayabiliyorum. Topa vuruşlarında biraz isabetsizlik var gibi görünüyor. Bazen "shank" yapıyor, yani topu çerçeveye denk getiriyor. Forehand'i artık eskisi kadar sağlam değil.
Ve uzun rallilerde, diğer oyuncular özellikle onun forehand tarafına saldırıyor. Son bir yılda forehand'i defalarca çöktü—önceden görmediğimiz kadar.
Ayrıca servisi de geliştirmesi gerekiyor. Bence ikinci servisi hâlâ hedef konumunda. Sabalenka ve Coco gibi return'de çok iyi olan oyuncular için bu servis kolay bir hedef oluyor.
Ve mesela, Ostapenko'ya altı kez üst üste kaybetmiş olması… Bu tür istatistikler onun özgüvenini aşındırıyor. Bu durum onda iz bırakıyor.
Peki özgüvenini nasıl geri kazanacak?
Bence Fransa Açık'taki ilk birkaç maçında, kesinlikle çekingen oynamamalı. Sahaya çıkıp vuruşlarına güvenmeli. Agresif olmalı. Belki sahayı daraltmalı, biraz daha ortaya oynamalı. Vuruş zamanlamasını bulmalı. Servis üzerinde çalışmaya devam etmeli.
Ama yine de avantajına olan şey, bu kortun hızı. O bu hızları seviyor. Orta-yavaş denebilecek bir zemin. Diğer toprak kort turnuvaları biraz daha hızlıydı. Burada ise vuruşlarına hazırlık için daha fazla zamanı olacak.
Ve unutmayalım, bu korta dört kez şampiyon olarak çıkıyor. Bu kort onun evi gibi. Bu da her sette ona fazladan iki oyun özgüven kazandırabilir. İlk hafta boyunca ritmini bulabilir, oyununu tekrar rayına oturtabilir. Bakalım bunu başarabilecek mi.
Chris Evert'ten Swiatek'e kişisel tavsiye:
- Bu arada, bir şey daha eklemek istiyorum. Hani bazen bana "Ne tavsiye edersiniz?" diye soruluyor ya… Şöyle söyleyeyim: Martina'ya karşı 13 kez üst üste kaybettiğim dönemde ben de bu noktadaydım.
Bazen kendini kandırmak gerekir. Kendini blöflemelisin. Yüzde 100 emin olmasan da, kendini özgüvenli hissetmeye zorlamalısın. Kendinle konuşmalı, kendini motive etmelisin. Vuruşlarını güvenle yapmaya kendini ikna etmelisin.
Temele dönmelisin. Ayak hareketlerini oturtmalısın. Spini artırmalısın. Geniş hedeflere oynamalısın.
Yani seni şampiyon yapan o sade oyuna geri dönmelisin.
Grigor Dimitrov hakkında ne düşünüyorsunuz?
- Bence onun gibilerden çok var. Öncelikle, antrenmanda baskı yoktur. Bir şey kazanma baskısı olmadığı için daha rahat olursun. Daha serbest oynarsın. Yani, bu bir "yenilik" değil.
Ve tavsiye olarak… Ben bir maçta gerildiğimde, kendimi rahat olduğum bir pozisyona koymayı hayal ederdim. Görselleştirirdim. Zihnimde, rahatça kazandığım puanları tekrar tekrar oynatırdım.
Majör final öncesinde bile bunu yapardım. Kendimi zihinsel olarak önde gidiyormuşum gibi hayal ederdim.
Ayrıca, bu oyunun bir kısmı da vücudu kontrol etmektir. Buna "baskı" diyoruz ve herkesin kendi küçük balonunun içinde bunu çözmesi gerekir.
"Neden geriliyorum?" sorusunu kendine sormalısın. "Ayaklarımı mı kullanmıyorum? Topa yeterince hız mı katmıyorum? Topu fazla mı itiyorum? Düşüncelerimle mi oynuyorum?" Bunları tespit edip düzeltmelisin.
Örneğin: "Şu vuruşta elimden gelenin en iyisini yapacağım ama topu içeride tutacak kadar spin vereceğim." Bu tamamen problem çözme meselesi.
İşte şampiyonlar bu yüzden bir üst seviyededir. Çünkü baskı altında çözüm üretirler.




















































































































