Fenerbahçe taraftarı için kötü bir durum. Bağırlarına bastıkları, taparcasına sevdikleri 3 adam arasında yaşananları dehşetle izliyorlar.
İçlerinden birini kaybettiler. Diğerlerini ise manen kaybetmeleri an meselesi. Bir kısmı tarafını tutmuş durumda, bir kısmı ise kimin haklı kimin haksız olduğunu anlamaya çalışıyor.
İşin doğrusu, 3 ismin de önce problemi yaratıp sonra da çözmeyi becerememiş olmaları. Sarfettikleri sözlerle ve akabinde yaptıkları yanlış hamlelerle, hem çok sevdiklerini söyledikleri kulüplerini ve hem kazanmaya çalıştıkları taraftarları bölmüş durumdalar.
Keşke herkese tavsiye edip durduğum Tongue Fu isimli kitabı okumuş olsalardı da dilin ne kadar yaralayıcı olabileceğini anlayabilselerdi.
1-Aykut Kocaman…
Kocaman, hatasını aslında iki yıl önce yaptı. Gördüğüm en iyi niyetli ve en mantıklı hocalardan biri olduğu halde kibriti o çaktı. “Alex ile Fenerbahçe 5 yılda bir şampiyonluk kazanabildi,” dediğinde geri dönülemez bir hata yapmıştı.
Ne kadar özel davranırsa davransın Alex’in bunu unutması mümkün değildi o saatten sonra. Artık kuşku hep içindeydi. Sadece Alex’in değil, medyanın ve taraftarın da.
Sonrasında da Alex’in Fenerbaçe için özel olduğunu kabul etmek istemedi Kocaman. Onu hep sıradanlaştırdı.
Aslında kendi hayat felsefesi bunu haklı gösterebilirdi. Ancak insanın doğasına bu kadar kafa yoran bir hoca olarak Alex’in neler hissedeceğini düşünmesi gerekirdi. Ayrıca bu sıradanlaştırmanın, Alex’i bir sıradan bir oyuncu, hatta sıradan bir yıldız olarak bile görmeyen taraftarı da yaralayacağını düşünmeliydi.
Alex’in onun beklentisizliğine cevap vereceğini ve performansını yukarıya çekeceğini de öngöremedi Kocaman. Aslında bu inatlaşmanın sonucunda taraftarın uzun süredir görmediği güzellikle bir pas trafiği, bir galibiyet zinciri ve şampiyonluk geldi.
Kocaman’ın iç dünyası bize hiçbir zaman açık olmadı. Onun hakkında yazılan kitaptan, onun iki sene boyunca röportajlarda söylediğinden daha fazlasını öğrendim bile diyebilirim.
Kaç kere istifa etti, nasıl geri çekmeye ikna oldu, Başkan’a anonslarından dolayı tepki verdi mi, bunları birgün öğrendiğimizde belki onun hakkında daha zengin yorumlar yapabilir olacağız.
Bir de teknik tarafı var işin. Geldiğinde hem çok koşan hem de topu tutan bir takım hayalini kurdu. Ancak Alex için o meşhur lafı ettiğinde elinde Alex’i yedek bırakacak bir oyuncu yoktu bile.
Bu sene kadrosu Alexsizliği telafi edecek güçte. O yüzden çok yara almayabilir. Ancak takımın her zaman çok koşan değil bazen de çok düşünen, ve hatta bazen arkadaşlarını uyaran oyunculara da ihtiyacı olduğunu unutmaması gerekiyor.
Bir de asıl yaranın mağlubiyetlerle değil taraftarın kalbindeki yerini kaybetmekle alındığını.
2- Alex…
Geleceğine inanmamıştık. Geldi. Kalacağına inanmamıştık. Kaldı. Çünkü anlamamıştık onun farkını. Yani sevgiyle beslenen, sevgiyle büyüyen bir adam olduğunu.
Duygusaldı. Bu yüzden kendisini çok seven Fenerbahçe taraftarına bağlandı. Bu yüzden heykelini açarken tutamadı gözyaşlarını. Bu yüzden ayrıldığı gece sabaha kadar ağladı. Zaten sanal alemde attığı mesajlar da, hem duygusallığını hem de içi-dışı bir adamlığını anlatıyordu bize.
Arasıra onun yakınlarında olduğumda, taraftarın bitmek tükenmek bilmeyen fotoğraf çektirme taleplerine sabırla cevap vermesine hayran olmuşumdur hep.
Ancak çelişki de burada işte. Hocasını zerre vicdan azabı duymadan kovduran birçok büyük yetenek gibi olamazdı o. Bilmem nereliler çetesinin lideri de olamazdı. Olsa bile istediklerini koparamazdı. Beceremezdi.
O cevabını sadece sahada verebilirdi. Son iki sezon yaptığı gibi.
Tabii zaman kimseye acımıyor. Alex, bu sezon aynı seviyede olamadı bir türlü. Yetmezmiş gibi sorunu saha dışına taşıdı. En büyük hatayı da burada yaptı.
“Kıskançlık” suçlaması kolay yutulur gibi değildi bir hoca tarafından. Yine de Kocaman bunu yuttu. Egosunu bir kenara bırakarak Alex’e elini uzatmaktan gocunmadı. Ancak Alex bunu reddetti. Onu anlamaya çalışmadı. Acaba adil mi davranıyor diye düşünmedi.
Belki yorulmuştu hocasına kendini ispat etme çabasından. Belki kenarda oturup parasını almayı tercih edenlerden olmadığı için sahada daha çok kalmak istiyordu.
Ancak maç başına 45-60 dakikayla da kahramanı olabilirdi taraftarın. Sonradan gelip maçı çeviren adam olabilirdi. Elbet birgün yedek kalacaktı ve Totti gibi, Bergkamp gibi, Shevchenko gibi ve daha niceleri gibi bunu olgunlukla karşılayabilirdi.
Bütün bunların üzerine bir de başkanı karşısına aldı, ki en tehlikelisi buydu. Heykelinin tam da bu dönemde açılması şanssızlık mıydı, yoksa heykel ona karşı olan tavrı sertleştirdi mi, bunu da zamanla öğreneceğiz.
3- Aziz Yıldırım:
Taraftarın büyük kısmı suçlu bulunursa bile suçlu olmadığına inanacak kadar seviyor onu. Kulübe kazandırdıklarının haddi hesabı yok.
Ancak son açıklamalarından anlıyoruz ki, Alex’in gitmesinde başrolü Aykut Kocaman değil o oynamış.
“Fenerbahçe Başkanının üzerine çıkmışsa ya başkan gider ya Alex.” İşte bu.
Birincisi, Aziz Yıldırım, Fenerbahçe’nin çıkarlarını sadece kendisinin koruduğunu düşünerek büyük hata yaptı. Taraftarın isteğini ve sevgisini anlayamadı. Onların ne hissetmesi gerektiğine kendi doğruları içinde hükmetti.
Oysa taraftar en az başkan kadar söz sahibidir kulüplerde. Gerektiğinde Everton’da olduğu gibi satılan oyuncunun formasını iade eder, gerektiğinde -başkan değil patron olduğu halde- Glazer’ı bile geri adım atmak zorunda bırakır.
İkincisi, futbolcular da her zaman daha fazla hatırlanır başkandan. Futbolcu başkanın değil, başkan futbolcunun önüne geçmemeye çalışır. Olması gereken budur. Siz bir başkanın Messi için, Gerard için Giggs için böyle bir şey söylediğini hayal edebiliyor musunuz? Karşısında bacak bacak üstüne atan futbolcunun kulübün başkanlık makamına hakaret etmekle suçlandığını.
Sonuçta, bu davranışıyla beraber, taraftar ile o tapınılası başkanlığı arasında ilk çatlaklar oluştu. Gözü kara aşkların bazen bir saniye içinde büyüsünü kaybetmesi gibi. Artık o sevginin koşulsuzluğun içinde hep bir “ama” olacak.
…….
3 adam. 3 idol. 3 hata. Birbirlerinin kaygılarını anlayamadıkları için 3’ü de zararlı çıktı bu kavgadan. Artık bu zararları telafi etmek için 3 katı çaba harcamaları gerekiyor.
İçlerinden birini kaybettiler. Diğerlerini ise manen kaybetmeleri an meselesi. Bir kısmı tarafını tutmuş durumda, bir kısmı ise kimin haklı kimin haksız olduğunu anlamaya çalışıyor.
İşin doğrusu, 3 ismin de önce problemi yaratıp sonra da çözmeyi becerememiş olmaları. Sarfettikleri sözlerle ve akabinde yaptıkları yanlış hamlelerle, hem çok sevdiklerini söyledikleri kulüplerini ve hem kazanmaya çalıştıkları taraftarları bölmüş durumdalar.
Keşke herkese tavsiye edip durduğum Tongue Fu isimli kitabı okumuş olsalardı da dilin ne kadar yaralayıcı olabileceğini anlayabilselerdi.
1-Aykut Kocaman…
Kocaman, hatasını aslında iki yıl önce yaptı. Gördüğüm en iyi niyetli ve en mantıklı hocalardan biri olduğu halde kibriti o çaktı. “Alex ile Fenerbahçe 5 yılda bir şampiyonluk kazanabildi,” dediğinde geri dönülemez bir hata yapmıştı.
Ne kadar özel davranırsa davransın Alex’in bunu unutması mümkün değildi o saatten sonra. Artık kuşku hep içindeydi. Sadece Alex’in değil, medyanın ve taraftarın da.
Sonrasında da Alex’in Fenerbaçe için özel olduğunu kabul etmek istemedi Kocaman. Onu hep sıradanlaştırdı.
Aslında kendi hayat felsefesi bunu haklı gösterebilirdi. Ancak insanın doğasına bu kadar kafa yoran bir hoca olarak Alex’in neler hissedeceğini düşünmesi gerekirdi. Ayrıca bu sıradanlaştırmanın, Alex’i bir sıradan bir oyuncu, hatta sıradan bir yıldız olarak bile görmeyen taraftarı da yaralayacağını düşünmeliydi.
Alex’in onun beklentisizliğine cevap vereceğini ve performansını yukarıya çekeceğini de öngöremedi Kocaman. Aslında bu inatlaşmanın sonucunda taraftarın uzun süredir görmediği güzellikle bir pas trafiği, bir galibiyet zinciri ve şampiyonluk geldi.
Kocaman’ın iç dünyası bize hiçbir zaman açık olmadı. Onun hakkında yazılan kitaptan, onun iki sene boyunca röportajlarda söylediğinden daha fazlasını öğrendim bile diyebilirim.
Kaç kere istifa etti, nasıl geri çekmeye ikna oldu, Başkan’a anonslarından dolayı tepki verdi mi, bunları birgün öğrendiğimizde belki onun hakkında daha zengin yorumlar yapabilir olacağız.
Bir de teknik tarafı var işin. Geldiğinde hem çok koşan hem de topu tutan bir takım hayalini kurdu. Ancak Alex için o meşhur lafı ettiğinde elinde Alex’i yedek bırakacak bir oyuncu yoktu bile.
Bu sene kadrosu Alexsizliği telafi edecek güçte. O yüzden çok yara almayabilir. Ancak takımın her zaman çok koşan değil bazen de çok düşünen, ve hatta bazen arkadaşlarını uyaran oyunculara da ihtiyacı olduğunu unutmaması gerekiyor.
Bir de asıl yaranın mağlubiyetlerle değil taraftarın kalbindeki yerini kaybetmekle alındığını.
2- Alex…
Geleceğine inanmamıştık. Geldi. Kalacağına inanmamıştık. Kaldı. Çünkü anlamamıştık onun farkını. Yani sevgiyle beslenen, sevgiyle büyüyen bir adam olduğunu.
Duygusaldı. Bu yüzden kendisini çok seven Fenerbahçe taraftarına bağlandı. Bu yüzden heykelini açarken tutamadı gözyaşlarını. Bu yüzden ayrıldığı gece sabaha kadar ağladı. Zaten sanal alemde attığı mesajlar da, hem duygusallığını hem de içi-dışı bir adamlığını anlatıyordu bize.
Arasıra onun yakınlarında olduğumda, taraftarın bitmek tükenmek bilmeyen fotoğraf çektirme taleplerine sabırla cevap vermesine hayran olmuşumdur hep.
Ancak çelişki de burada işte. Hocasını zerre vicdan azabı duymadan kovduran birçok büyük yetenek gibi olamazdı o. Bilmem nereliler çetesinin lideri de olamazdı. Olsa bile istediklerini koparamazdı. Beceremezdi.
O cevabını sadece sahada verebilirdi. Son iki sezon yaptığı gibi.
Tabii zaman kimseye acımıyor. Alex, bu sezon aynı seviyede olamadı bir türlü. Yetmezmiş gibi sorunu saha dışına taşıdı. En büyük hatayı da burada yaptı.
“Kıskançlık” suçlaması kolay yutulur gibi değildi bir hoca tarafından. Yine de Kocaman bunu yuttu. Egosunu bir kenara bırakarak Alex’e elini uzatmaktan gocunmadı. Ancak Alex bunu reddetti. Onu anlamaya çalışmadı. Acaba adil mi davranıyor diye düşünmedi.
Belki yorulmuştu hocasına kendini ispat etme çabasından. Belki kenarda oturup parasını almayı tercih edenlerden olmadığı için sahada daha çok kalmak istiyordu.
Ancak maç başına 45-60 dakikayla da kahramanı olabilirdi taraftarın. Sonradan gelip maçı çeviren adam olabilirdi. Elbet birgün yedek kalacaktı ve Totti gibi, Bergkamp gibi, Shevchenko gibi ve daha niceleri gibi bunu olgunlukla karşılayabilirdi.
Bütün bunların üzerine bir de başkanı karşısına aldı, ki en tehlikelisi buydu. Heykelinin tam da bu dönemde açılması şanssızlık mıydı, yoksa heykel ona karşı olan tavrı sertleştirdi mi, bunu da zamanla öğreneceğiz.
3- Aziz Yıldırım:
Taraftarın büyük kısmı suçlu bulunursa bile suçlu olmadığına inanacak kadar seviyor onu. Kulübe kazandırdıklarının haddi hesabı yok.
Ancak son açıklamalarından anlıyoruz ki, Alex’in gitmesinde başrolü Aykut Kocaman değil o oynamış.
“Fenerbahçe Başkanının üzerine çıkmışsa ya başkan gider ya Alex.” İşte bu.
Birincisi, Aziz Yıldırım, Fenerbahçe’nin çıkarlarını sadece kendisinin koruduğunu düşünerek büyük hata yaptı. Taraftarın isteğini ve sevgisini anlayamadı. Onların ne hissetmesi gerektiğine kendi doğruları içinde hükmetti.
Oysa taraftar en az başkan kadar söz sahibidir kulüplerde. Gerektiğinde Everton’da olduğu gibi satılan oyuncunun formasını iade eder, gerektiğinde -başkan değil patron olduğu halde- Glazer’ı bile geri adım atmak zorunda bırakır.
İkincisi, futbolcular da her zaman daha fazla hatırlanır başkandan. Futbolcu başkanın değil, başkan futbolcunun önüne geçmemeye çalışır. Olması gereken budur. Siz bir başkanın Messi için, Gerard için Giggs için böyle bir şey söylediğini hayal edebiliyor musunuz? Karşısında bacak bacak üstüne atan futbolcunun kulübün başkanlık makamına hakaret etmekle suçlandığını.
Sonuçta, bu davranışıyla beraber, taraftar ile o tapınılası başkanlığı arasında ilk çatlaklar oluştu. Gözü kara aşkların bazen bir saniye içinde büyüsünü kaybetmesi gibi. Artık o sevginin koşulsuzluğun içinde hep bir “ama” olacak.
…….
3 adam. 3 idol. 3 hata. Birbirlerinin kaygılarını anlayamadıkları için 3’ü de zararlı çıktı bu kavgadan. Artık bu zararları telafi etmek için 3 katı çaba harcamaları gerekiyor.






























































































