Fransız futbol efsanesi Eric Cantona, futbolun kendisi için anlamını çok özel sözlerle anlattı ve dedesinden başlayarak kendisini şekillendiren olayları samimi bir şekilde dile getirdi. 54 yaşındaki futbol ikonu, futbolun gidişatından da memnun olmadığını söyleyerek, yetkililere çağrı yaptı. İşte Cantona'ın Player's Tribune'deki çok özel yazısı...
Futbol hayata anlam katar, buna gerçekten inanıyorum. Ancak senin hayatın, geçmişin ve özün de futbola anlamını verir. Daha önce hiç konuşmadığım şeyleri anlatacağım. Beni ben yapan hikayeyi anlatmak istiyorum. Bu daha ben doğmadan gerçekleşti.
1939'a gitmeliyiz, İspanya Sivil Savaşı zamanına. Benim dedem Barcelona'dandı, diktatör Franco'ya karşı savaştı. Savaşın sonuna kadar aranan bir adamdı ve askerler şehri ele geçirmeden hemen önce kaçmayı başardı. Fransa'ya gidebilmek için dağları aştı ve düzgün bir veda zamanı da bulamadı. Hayat ya da ölüm, bu kadar basitti.
Ayrılmadan önce, kız arkadaşının yanına gitti ve sordu, 'Benimle gelecek misin?' 28 yaşındaydı ve kız arkadaşı 18'di. Kız her şeyi arkasında bırakmak zorundaydı, ailesini, arkadaşlarını, her şeyi. Ama 'Evet, kesinlikle' dedi. O da benim anneannem.
Fransa'daki mülteci kamplarına gittiler, 100 binden fazla mülteci vardı. Fransa onları kabul etmeseydi ne olacaktı? Dedemin elinde hiçbir şey yoktu. Hayatlarına en baştan başlamaları gerekiyordu. Bir süre sonra, çalışmaya başladılar, inşaatlara götürüldüler. Nereye götürülüyorsan, oraya gitmek zorundaydın. Onlar da gitti, yapmaları gerekeni yaptı. Kendilerine bir hayat oluşturdular.
Birkaç yıl sonra annem doğdu ve tüm aile Marsilya'ya yerleşti. Bu hikaye, benim kan hikayem. Benim bir insan olarak gelişimim belirleyen hikaye. Ama benim aklımda sadece bir rüya gibi yer edindi. Onların acılarının, hikayelerinin bir fotoğrafı bile yoktu. O zamana dokunamıyordum, göremiyordum. Ancak 2007'de Meksika'da fotoğrafçı Robert Capa'nın ünlü valizi bulundu. Bu valizin içinde İspanya Sivil Savaşı'ndan 4500 negatif vardı. Meksika'ya kadar nasıl gitti, bunu kimse bilmiyor.
Çok meraklıydım, New York'ta fotoğraf sergisi yaptılar, eşimle gittim. Fotoğrafların çoğu küçük negatiflerdi. Binlercesi böyleydi. Büyüteç ile bakmamız gerekiyordu. Ancak birkaç fotoğraf çok büyüktü, 1 metre büyüklüğündeydi. Fotoğraflardaki insanlar gerçek boyutlarındaydı. Uzanıp, dokunamabilirdin. O anda, dedemi gördüm. İmkansız olması lazım değil mi? Genç bir adam vardı ve onun dedem olduğuna inandım. Tam emin olamadım çünkü onu hiç genç görmemiştim. Sergi birkaç ay sonra Fransa'ya gelince, annemi görmesi için götürdüm.
Anneme, 'Gerçekten o mu' dedim. Annem de, 'Evet o, dağları aştığı zamandan' dedi. İnanılmazdı. Dedemin başaramadığını düşünün, eğer anneannem onu takip etmeseydi, annem de olmazdı. Sonra ben de olmayabilirdim. Neyse, bu hikayenin yarısı bu. Hayatımı şekillendiren bir başka hikaye daha var.
Büyük dedem de aynı zamanda mülteci. Sardinya'dan Fransa'ya 1911 yılında fakirlikten kaçmak için gelmişler. Geldikten 3 sene sonra 1. Dünya Savaşı'nda savaşmak için orduya çağrılmış. Savaşta o kadar çok zehirli gaza maruz kalmış ki daha iyi nefes almak için son yıllarında okaliptüs koklamak zorunda kaldı.
Onun oğlu, dedem, Fransa için 2. Dünya Savaşı'nda savaştı ve döndükten sonra inşaatçı oldu. Kendi yerini yapmak için para biriktirdi. Evi yaparken yaşamaları gerekiyordu ve bir mağarada yaşadılar. Isınmak için odun yakıyorlardı. Bunu böyle söyleyince efsane gibi geliyor ama 1956 yılından Marsilya'da dedemin ve babamın bir mağarada ateşin başında fotoğrafı var.
Sonra o mağarayı eve dönüştürdüler. Benim büyüdüğüm ev oydu. Benim kanım orada. Orada hatırladığım ilk anıya gelirsek, evin inşaatı sırasında kum taşıdığımı hatırlıyorum. Ondan sonra futbol oynamama izin veriliyordu. Babam gün boyu evde çalışıyor ve gece de hastanede hasta bakıcılık yapıyordu. Hayatımın bu bölümünün de çok özel bir anlamı var.
Babamın hastanede çalışmasının bir nedeni vardı. Çünkü kendi amcası da orada bir hastaydı. Adı Sauveur, dedemin kardeşi. 2. Dünya Savaşı sırasında esir alınmıştı ve geçirdiği travma nedeniyle psikolojik tedavi görüyordu. Her gece onunla ilgileniyordu.
Benim ailem, benim tarihim, benim ruhum bu. Dünyanın her yerinde yaşadım. Sardinya'da geçen yıl bir yer satın aldım ki ailemin mirasını yaşatabileyim. Yine de Marsilya'yı her zaman seveceğim çünkü beni şekillendiren yer orası oldu. Her zaman benim şehrim olacak.
Dünya çapındaki yoksulluk, savaş ve göç yayılıyor. Futbol topuna parası yetmeyen insanların sayısı, bir maça 200 euro verebilecek insanlardan daha fazla. Hayatın en büyük ilham kaynağı bu. Ancak futbolun şu andaki iş modeli, dünyanın büyük bölümünü göz ardı ediyor.