Umut ki en çok yakışan bize

Sporx yazarlarından Ali Bakın son yazısında A Milli Futbol Takımımızın, Avusturya karşısında aldığı galibiyeti ve sonrasını değerlendirdi.

Haber; Sporx.com
Sporx'e ücretsiz abone ol,ilk bilen sen ol!
Umut ki en çok yakışan bize
Klavye okları ile sonraki ya da önceki habere geçebilirsiniz.
31 Mart 2011 23:00
Bir milli maç arasını daha geride bıraktık ve ligimize geri döndük. Avusturya karşısında alınan 2-0'lık galibiyet, EURO 2012 yolunda umutların tükenmemesine yol açtı ve Guus Hiddink'in kredisini biraz daha artırdı.

Esasında maç öncesinde "umutlar" skordan çok daha çok oynanacak futbol üzerine odaklanmıştı. Öyle ya da böyle hepimiz futbol anlamında bizim fersah fersah gerimizde olan Avusturya'yı yeneceğimizi düşünüyorduk. Dikkatimiz bunun da ötesinde sergilenen futbolun gelecek açısından "umut" verip vermeyeceği üzerine odaklanmıştı. "Taktik deha", "büyük teknik adam" Hiddink'in, tıpkı Güney Kore, Avustralya ya da Rusya örneğinde olduğu gibi takıma elindeki sihirli değneği değdirip, yıllardır süren kötü gidişi tersine çevirecek "umudu" vermesi.

Dürüst olalım, 2002 Dünya Kupası sonrasında inişe geçen ve kan kaybetmeye başlayan Türk futbolunu yeniden diriltmesini istemiyor muyduk ondan? Bu arada bazılarınızın "İyi de EURO 2008'den ne haber" dediğini duyar gibiyim. Biraz abartayım ve EURO 2008'deki şahlanışın Türk futbolu açısından "ölüm iyiliği" olduğu benzetmesini yapayım. Tıpkı çoğu Yeşilçam filminde gördüğümüz hastanın ölmeden kısa bir süre önce kısa süreliğine de olsa canlanması gibi. Bu arada bana bunları sadece milli takımımızın aldığı kötü sonuçlar söylemiyor. Fenerbahçe ve Galatasaray'ın son derece vasat takımlara boyun eğip (Liverpool'a elenen Trabzonspor'u tenzih ederim) bırakın martı ya da nisanı, eylül ayını bile görememesi söylüyor.

Neyse bu kadar karamsar tablo yeter, önümüze bakalım. Avusturya karşısında alınan 2-0'lık galibiyet belki de tüm bu karamsar tabloyu yok etmedi ama en azından umutlarımızı bir nebze de olsa ayakta tuttu. Hepimiz milli takımda bir kan değişikliği istiyordu. Hiddink'in neşteri vurup bir kan değişikliğine gitmesini umuyordu. Bildik formül yine işledi: "Gurbetçi formülü". Yapılan trilyonlarca liralık yine sonuç vermedi ve Almanya'nın yetiştirdiği değerlerimize el attık. Avusturya karşısında ilk 11'de sahaya çıkan 6 gurbetçi futbolcu. Bakalım bu formül hastayı ayağa dikecek mi?

Yıllar sonra aynı rekabet

Benim gibi 35 yaşını geride bırakıp yolu çoktan yarılamış kişiler için Fenerbahçe – Trabzonspor rekabetinin yeri ayrıdır. Her ne kadar bugünlerde hep 1995-96 sezonu örneği verilse de, rekabet sadece bundan müteşekkil değil. 70'li ve 80'li yıllarda yaşanan o kıyasıya rekabet unutulur mu? İki takım taraftarları arasında yaşanan ve bugünlere dek varlığını sürdüren pek de dostane olmayan ilişkiler bu dönemin eseri değil midir? Tüm bunların üstüne 1995-96 sezonunda F.Bahçe'nin şampiyonluğu adeta Trabzonspor'un elinden alması (ya da Trabzonspor'un kendi elleriyle vermesi) moral üstünlüğün sarı-lacivertlilere geçmesine yol açmıştı.  Ama yine de bu Trabzonspor, Türk futbolunda Anadolu devrimini başlatan kulüp olarak tarihe geçtiği gerçeğini değiştirmedi. İstanbul dışında bir kentin takımının şampiyon olabileceği gerçeğini…

1980'li yılların sonunda başlayan yıllarda küreselleşmesi sürecinin de etkisiyle futbolun endüstriyelleşmesi tavan yaptı. Paranın iktidarının en üst boyutlara ulaştığı, başarıların ve şampiyonlukların zengin kulüplerin yani üç İstanbul kulübünün tekelinde olduğu inancının kök saldığı yıllardı bu. İşte tam da böyle bir dönemde Bursaspor'un şampiyonluğu ikinci bir Anadolu devrimi oldu. Aynı zamanda diğer takımlar için bir umut…

Ama aynı zamanda uzun vadede Türkiye'nin taraftar haritasında köklü değişikler yaratacak bir devrim. Nasıl mı?

Dilerseniz bunu bir sonraki yazıya bırakayım. Doğruya doğru uzun süredir yazmıyorum. Söyleyecek, anlatacak daha çok sözüm var.
GÜNÜN İLGİ ÇEKEN VİDEOSU
Tümü
 Reklam