"K2'yi çok istedim"

Haber; Sporx.com
Sporx'e ücretsiz abone ol,ilk bilen sen ol!
'K2'yi çok istedim'
Klavye okları ile sonraki ya da önceki habere geçebilirsiniz.
24 Temmuz 2008 12:06
Türkiye onun adını önce dağlarda, sonra ise AKUT ile darda kalan insanların yardımına koşmasıyla tanıdı.
O ise dağcılıkla 1988 sonlarında, isim babalığını ve üç yıl boyunca başkanlığını yaptığı Bilkent Üniversitesi Doğa Sporları Topluluğu'nda (DOST) tanıştı.
Yazar, fotoğrafçı ve profesyonel sporcu olan Nasuh Mahruki, aynı zamanda dağcılık, mağaracılık, yamaç paraşütü, aletli dalış, motor sporları, yelken ve bisiklet sporları dostu.
10 parmağında 10 marifet bir insanla röportaj yapacağım yani...
Aile ağacı itibariyle de tarihe mal olmuş isimlerden birisi.
Kaptan-ı Derya Ali Paşa, Mahruki?nin büyükbabasının büyükbabasının babası...
Pek kullanmasa da büyük büyük dedesinin ismini taşıyor, Ali Nasuh Mahruki...
Randevuma sadık bir şekilde sözleştiğimiz saatte verilen adresteyim.
Zile basıyorum...
Lakin, önce bir köpek havlaması karşılıyor beni!..
Sonra da 'Yanlış yerdesiniz' diyen bir ses...
Derhal yan kapıya seyirtiyorum.
...vee ilk sesin sahibi devasa ve enfes bir köpek karşılıyor beni...
Yanında da sahibi Nasuh Mahruki...
O kadar güzel bir hayvan ki, hemen sevmek için yöneliyorum.
Hatta o güzel hayvanın bir patisi de havada... (Pençe demek daha doğru olur esasında!..)
Fakat, bir tuhaflık var sanıyorum!..
Benim bu rahat davranışımın birden bire hayretle izlenildiğinin farkına varıyor ve normale dönüyorum, "Ben köpeklerden korkmam, saldırmaz herhalde" diyerek...
Gelen yanıt ise gayet net: ?Yabancısınız, ne yapacağı belli olmaz...?
Bu yanıt karşısında hevesim kursağımda bir şekilde ilerliyoruz.
Ahşap evin çatı katında Nasuh Mahruki'nin dünyanın dört bir köşesinden anılarının bulunduğu birbirinden ilginç eşyalarla süslü odasındayız.

Röportajdan sonra gideceği toplantısı olduğunu bildiğimden hemen sohbetimize başlıyorum. Bu kadar farklı alanda ve başarılı bir isim olmasının yanı sıra ilk sıraya oturan maceracı yan ilgimi çekiyor. Nietzche'nin bir internet sitesinde okuduğum sözünü hatırlatıyorum Nasuh Mahruki'ye... "Ben gezginim ve dağa tırmananım. Ovaları sevmem, anlaşılan uzun süre de sessiz oturamam. Başıma yazgı ve yaşantı olarak ne gelirse gelsin -bir gezinme, bir dağa tırmanma vardır onda- ki kişi sonuda ancak kendini yaşar..."

?DAĞCILIK VARLIĞIMLA ÖZDEŞLEŞİYOR?

- Temel nokta bu mudur, kendinizi ifade şekliniz olduğu için mi böylesine bir yaşam tarzı?..
?Elbette ki ben de kendimi tanımak, geliştirmek 'Bu dünyada ne yapıyorum, neden yapıyorumun cevabını bulmak istiyorum. Bunun içinde en doğru ve pratik yol insanın kendi içine dönmesi ve kendisiyle ilgili belirli farkındalıklarla belli bir birikime ulaşması. Kendini tanımak bu anlamda çok önemli. Üniversitede doğa sporlarıyla tanışma şansım oldu ve çok hoşuma gitti. Hem doğa ortamında sportif etkinlik olması, hem kişiye kazandırdığı fiziksel, ruhsal kazanımlar. Öte yandan doğa sporlarının insanın kendisiyle baş başa kalabilme ve kendi fiziksel ve ruhsal sınırlarını öğrenebilmesi, bunları yavaş yavaş ittirebilmesini gibi fırsatları da var. Dağcılıkla ise hem keyif aldığım, kendimi çok iyi ifade edebildiğimi gördüğüm, hakikaten varlığımın özdeşleşebildiğini hissettiğim için uzun yıllar profesyonel seviyede çok yoğun ilişkim oldu.?

- Bu alanda bir kulvar açtınız, önder oldunuz...
?Türkiye'de ilk defa 8 bin metrenin üzerine çıkan dağcı benim. Hep Everest olarak geçiyor ama, bunun yanı sıra 8 bin metrenin üzerine çıkan ilk dağcı da benim. Bu olay Türk dağcılığı için yeni bir mecra oldu. Şu an Everest'e çıkan 14 tane Türk dağcısı var.?

- Ama siz ilksiniz...
?Evet. Bu hakikaten bir yol göstericilik, ufuk açıcılık, 'Bunu bir Türk de yapabilir' konusu ortaya çıktı. Yedi Zirveler Projesi?ni tamamlayan 45. ve en genç dağcı olarak anılıyorum.?

- 1998 Adana-Ceyhan, 1999 Marmara Depremi sırasında Türkiye AKUT ile tanıştı. Tüm toplumun kucakladığı bu ortak payda bir dönem 'tu, kaka' olarak ilan edildi... Bu kadar iyi niyetle yola çıkan proje nerede su aldı dersiniz?
?'Vatan lafla değil, eylemle sevilir' adını verdiğim son kitapta bu konuya uzunca yer verdim. Çünkü bu kitabı, bir 40 yıl hesaplaşması olarak görüyorum. Son 20 yılda yaptıklarımı, yapmaya çalıştıklarımı, karşılaştıklarımı anlatmaya çalıştığım bir kitap oldu. Özellikle 'Karşılaştığımız zorluklar' diye de bir bölüm koydum. Kitabın yaklaşık 100 sayfasını bu konuya ayırdım. Üst üste koyduğumuzda gerçekten çok engel çıkarttılar karşımıza. Bunun da en temel sebebi olarak şunu düşünüyorum. AKUT 1999'da bir anda bütün toplumun göz bebeği oldu. Herkesin sevdiği, sempati duyduğu bir kurum oldu. Hatta en güvenilir kurumu seçildi.?

?AKUT, ZİHİN ÖTESİ DEĞİŞİMDİR?

- Birden bire fazla dikkat çekti mi acaba?
?Evet, öylede denilebilir. Ama o kadar bir cümleyle geçiştirebilecek bir konu değil. Dikkat çektiyse çekti, ne var yani?.. Hırsızlık yaparak mı çekti? İnsan hayatı kurtararak çekti. Bundan insanlar neden rahatsız olabilirler?.. 220 tane insan kurtardık 17 Ağustos depreminde. Fakat, buradaki konu başka. AKUT, orada yeni bir açılımı, yeni vizyonu temsil ediyordu. Her şeyin devletten beklediği düzenden, herkesin üzerine düşeni yapması gereken bir düzendi. Bu daha demokratik, daha şeffaf, daha bir hesap verebilir bir sistem beklentisinin öncüsü oldu. Aslında o bir 'zihin ötesi değişim'di. AKUT aslında toplumun o zihin haritası değişimi beklentisinin sembolik olarak somutlaşmış hali ve öncüsüydü. O yüzden halk AKUT'a bu kadar yüksek güven duydu. O yüzden insanlar gönüllü olarak elini taşın altına koyan böyle bir yapıyı bir anda bağırlarına bastı. Sayısız AKUT benzeri dernekler kuruldu.

Bu aslında toplumsal yapılanmanın yaşadığı bir travmaya karşı, doğal olarak verdiği çok olumlu bir refleksti. Tüm yapılması gerekende bu isteğin gerçek hayatta vücut bulabilmesi için önünün açılmasıydı. Statüko tam tersini yaptı. O hareketin sembolik öncüsü olan AKUT'u halletmeye kalktılar. İftiralar, karalama kampanyalarıyla. Bana Yahudi, Ermeni, diktatör dediler. Bize "Rant peşindeler" şeklinde çok ucuz suçlamalarda bulundular. O günlerde biz anlayamadık bunun neden yapıldığını. Türkiye çok önemli bir fırsatı kaçırdı, 1999'da toplumun o dayanışma duygusunun ve sivil inisiyatifin devlete artık sahip çıkmasının gereğini yerine getirebilseydik bugün biz başka bir ülkede yaşıyor olurduk. Türk toplumsal hayatı bambaşka mecraalara savruldu. Düşünün, şu anda türban konusunda birbirmize girişmek üzereyiz. Halbuki biz 17 Ağustos'ta milli birlik ve beraberlik duygusu en üst düzeyde bir araya getirmiştik. O acı bizi yan yana getirmişti. Ama onu dahi kullanamadık. Şu an çok çok üzücü bir noktada Türkiye...?



- Toplum farklı noktalara çekildi. 70'li yılların sonunda yaşanan Çorum, Maraş olaylarını umarım yaşamayız. Belki çok karamsar düşünüyorum ama ben çok umutlu değilim...
?İnşallah... Gidiş tehlikeli bir gidiş. Halbuki 9 sene önce Türkiye, Cumhuriyet tarihinin son 30 senesinde birlik ve dayanışma duygusunu yakalamıştı.?

- Belki bir acı vesile oldu ama...
?Belki acıydı ama sonuçta bir travma yaşadık ve o travma bir anda bizi birbirimize yaklaştırdı. Trafikte insanlar birbirine kızmaz hale gelmişti, hatırlayın. Herkes müthiş toleranslı ve hoşgörülüydü. Herkes acı çekiyordu çünkü.?

- Acı çekiyor ve gerçeği görüyordu. Bir anda yoksunuz, hayat bitiyor, bir anlık ve yoksunuz. Neyin kavgasını veriyorsunuz?..
?O depremde hepimizin eşi dostu, akrabası, selamlaştığı insanlar hayatını kaybetti. O acıyı hepimiz yaşadık. O bizi bir anda yaklaştırdı. Şu anda düşünün her konuda birbirine düşman gruplara bölünüyoruz.?

- Siz, Everest'e çıkan ilk müslüman dağcı ünvanınıza rağmen, gayrimüslim olmakla itham edildiniz... Bu  nasıl bir tezat?..
?Depremin haftasında yaptılar bunu. 17 Ağustos yaşandı, 22-23 Ağustos'ta AKUT, Everest'e çıkan ilk Yahudi Nasuh Mahruki tarafından kurulmuş bir Yahudi örgütüdür şeklinde e-mail?ler gönderdiler insanlara... Ciddi bir tezat tabii ki.. Bunlar korkak, nasıl kavga edilmesi gerektiğini bilmiyorlar. Bizim kültürümüzde delikanlılık, yiğitlik vardır ya. Bu değerlere sahip insanlar yok karşımızda.?

?KAVGADAN KORKMAM AMA DELİKANLI RAKİP İSTERİM?

- Bir sporcu olarak düşünürsek rakibiniz, farklı tarzda mücadele ediyor, bu da sizi de zor durumda bırakıyor...
?Tabii ki. Ben profesyonel sporcuyum. Yaptıklarım ortada. Dünyanın en zor dağlarına tırmandım. En zor dağlarına oksijensiz tırmandım, tek başıma tırmandım. Kavga etmekten korkmam. Ama karşımda delikanlı gibi gözümün içine bakacak rakip isterim. Yoksa böyle belden aşağıya vurup, yalanla, iftirayla bir yerlere varmaya çalışmak çok ucuz. Biz onlara uymadık.?

- Son kitabınızda da bu mevzular tek tek masaya yatırılıyor...
?Belgeleriyle ortaya koydum. 'O gün bunu dediniz, aslı budur' şeklinde hepsine gerekli yanıtları verdim.?

- Türk olmanızı ön plana çıkarıyor olmanız bazı noktaları rahatsız ediyor olabilir mi?
?Halt etmişler, ben Türk'üm, herkese de söylerim. Türklüğümle de inanılmaz gurur duyuyorum.?



DOĞA SPORLARI LÜKS MÜDÜR?

- Dağcılık, mağaracılık, yamaç paraşütü, aletli dalış, motor sporları, yelken ve bisiklet sporlarıyla uğraşıyorsunuz. Ülkemizde bu branşlar biraz lükse mi giriyor, yoksa yapılması hakikaten zor mu?
?Mesela su altı rekreasyonel bir spordur. Tehlikeli, riskli bir spor değil, dağcılık gibi... Dağcılık, tehlikeli ve riskli spordur. Doğa sporlarının birçoğu riskli ve tehlikledir. Dolayısıyla ona göre eğitim, ekipman, lojistik, planlama gibi her şeye dikkat etmek gerekiyor.?

- Cazibesi de bundan kaynaklanıyor değil mi?..  
?Elbette... O da cazibe ekliyor.  Ben adrenalin olsun diye dağa tırmanmıyorum.?

- Genç nesile çekici gelmesi anlamında ifade etmek istemiştim.
?Doğa sporları çok cazip. O gözle bakabilen, doğadan keyif alabilen, spor yapmayı seven insanlara cazip geliyor.?

- Zor olması ayrı bir cazibe yaratıyor mu?
?Benim yaptığım limitlerde zaten çok zor. Yedi Zirveler'i tamamlayan dünyada 45 kişi var.?

- Bunun için ayrı bir vücut donanımına sahip olmak gerekli değil mi?
?Tabii tabii, metobalizmanın, kalp, akciğer sisteminin hazırlıklı olması gerekli.?

- Bunun için nasıl test eder insan kendisini?
?Deneyecek... Başka yolu yok. Özellikle yüksek irtifa dağcılık için o düşük oksijenli ortamda yavaş yavaş yükselerek denenmesi lazım. 3 bin tırmanıştan sonra, 5 binlik bakıp belki 6-7 binlik tırmanışlar birbirini takip edebilir.?

- Tek başınıza değilsiniz ama yine yalnızsınız...
?Dağcılık bir ekip sporu ama, solo tırmanışlar da vardır. Ki, Türkiye'nin en fazla solo tırmanışını ben yaptım. Hâlâ da rekor bende...?

- Ürkütmüyor mu sizi?
?O dağcılık içinde ayrı bir ekol.?

?ONLARCA ARKADAŞIM GÖZLERİMİN ÖNÜNDE ÖLDÜ?

- Çok büyük bir tehlike var ama...
?Var tabii. Ben de profesyonelim... Zaten onu yapan da çok az insan var. Öyle bir disiplin var ve birileri bunu yapıyor. Öyle düşünmek lazım. Ama elbetteki herkes için değil.?

- Kimi arkadaşlarınızı tırmanışlarda kaybettiniz...
?Çok arkadaşım öldü dağlarda. 20'ye yakın arkadaşım öldü, bir kısmı gözlerimin önünde öldü...?

- Nasıl bir duygudur bu?
?Dağcılık tehlikeli bir spor. Bu sporun doğasında var, riskli bir spordur. Bu sporla uğraşan herkes bilir ki, bu branşta böyle şeyler olur. Onun için çok dikkat eder, çok önlem alır, iyi gözlemler.?

- O noktada yardım edememek?..
?O kötü. Çaresizlik, bir şey yapamamak işte o çok kötü bir duygu...?



***

Hani vardır ya bir şeyler konuşulur ama artık ne konuşsanız bir anlam ifade etmesi artık mümkün değildir.
Manasız ve derin bir kuyunun içinde olduğunuz hissine kapılırsınız.
Nasuh Mahruki'ye birçok arkadaşını dağlarda kaybetmiş olması, bunu da gayet soğukkanlı bir şekilde, "Bu sporun doğasında var, risklidir. Bu sporla uğraşan herkes bilir" sözleri pek belli etmesem de beni derinden etkiliyor.
Dağcılık aynı zamanda dayanıklı bir psikoloji de istiyor.
Bir an kendimi düşünüyorum, o büyüleyici görüntüler içinde...
Aman Allahım!...
Manzaraya sözüm yok, nefis olacağı kesin...
Soğuk, ya o soğuk?..
Ne demeli?..
O nefis fotoğraf karesinden o buz gibi soğuk havayı nasıl çıkartacağız?..
Bırrr!..
Kansızlıkla boğuşan, demir eksikliğiyle yerle yeksan olan bir insan olarak, O SOĞUKTA BEN ÖLÜRÜM!..
Düşünürken dahi üşüyorum!..
Ama tam bu noktada sizlerle bir sırrımı paylaşmak istiyorum.
Meslek hayatımda profesyonelliğe adım attığım ilk yıllar...
Bolu Aladağlar'da Camel Trophy seçmeleri yapılıyor.
Beni de o zaman çalıştığım gazetem (Sabah) bu seçmeleri takip etmem için görevlendirdi.
Ki, futbolun temaşasına aşık bir insan olarak yıllar öncesinde ajandamı yazdığım notu hiç unutmuyorum.
"Ali Sami Yen'de fotoğraf çekmeden, Camel Trophy'ye katılmadan ölmeyeceğim!.."
Bu kendi kendine verilmiş bir söz...
Aladağlar'dan önce Belgrad Ormanları'ndaki seçmeleri de bendeniz takip ediyorum.
...ve, 'Hı, bu yapılabilir canım!' diyorum.
Ama, Aladağlar'da sporcular kar üstünde çadırlarda yatarken, biz basın mensupları özel evlerde, 2-3 kat battaniye-yorganla titreyerek uyuyoruz.
Sabah elimi yüzümü yıkamak için musluğu açtığımda suyun donmuş olduğunu görünce bu işin hakikaten bana göre olmadığına karar vermiştim.
Bu yıllar sonra ciddi bir itiraftır!..
Diğer maddeyi, Ali Sami Yen'i soruyorsunuz, duyuyorum!..
Çekmez olur muyum efem?!!!.
UEFA Kupası'nı almış ve lig şampiyonluğu kucaklamış bir futbol takımını karelerde ölümsüzleştirerek çekmişliğim var üstelik!..
Tüm bunlar aklımdan geçerken, soğuk beni etkiliyor.
Bir de ölümün soğukluğu etkilenince, yutkunduğumu fark ediyorum.
'Nereden söze devam edeceğim' derken, Allahım ne büyüksün!..
Nasuh Mahruki'nin telefonu çalıyor.
Röportajlarımda hiç mi hiç duymak istemediğim telefon sesinden bu kadar mutlu olacağım düşünmezdim!..
Su konulu bir panele davet ediliyor Nasuh...
Bu noktada benim halim mi?..
Deriinnn bir nefes olan gazeteci haleti ruhiyesi işte!..
Konuğum telefonda konuşurken ilgili notunu alıyor.
Ben de biraz daha iyiyim.
O halde yeni sorumu yöneltebilirim.

- K2 Dağı'na tırmanmadan önce ?Soğuk, ölümcül ve yalnız zirvesi benim için çok önemli soyut duygular yüklediğim bir metafor. Hem de gerçek anlamıyla hayatımda ulaşmayı her şeyden çok istediğim bir hedef? diyorsunuz...
?Öyleydi...?

?'K2'YE ÇIKABİLİR MİYİM' DİYE HEP MERAK EDERDİM?

- Peki, K2'ye tırmandıktan sonra neler değişti hayatınızda, yüklediğiniz anlamları somutlaştırabildiniz mi?
?O tarihe kadar olan bütün hayatımı metafor olarak ilişkilendirdim o K2 başarısıyla. Hayatımın bir sınaması gibiydi. 'Her şeyi yolunda ve doğru yaptıysam bu iş olacak' şeklinde ilişkilendirmiştim. 32 yaşında çıktım K2'ye... Hayatımda hiç bir şeyi K2'den fazla istemedim.?

- Bir şeyi bu kadar fazla isteyip ve başarmak...
?Rahatlıyorsunuz...?

- Sonra bir başka hedef...
?O ölçüde başka bir hedef koymadım. K2 zaten dağcılıkta da dünyanın en tehlikeli dağlarının başında gelir. Everest'ten daha tehlikelidir. Ben de zorlandım gerçekten. Benim için çok özel bir noktaydı. O noktaya erişip erişemeyeceğimi hep merak ediyordum. Everest'e çıktıktan sonra da vardı bu. Onu da başarınca o özgüven ve öz saygı çok rahatlatıyor insanı... Daha sonra AKUT'u daha kuvvetli bir hale getirmek, motosiklet seyahatleri yapmak, yeni kitaplar yazmak, yelkenli bir tekneyle dünya seyahati yapmak gibi hayallerim var.?

- Bunun kadar yükseklere taşıdığınız bir hedef daha yok değil mi?..
?K2 gibi zorlu, riskli bir hedef yok. Zaten, K2 ölçüsünde gidebileceğiniz risk dünyada da az. Ben gittiğimde şöyleydi K2'nin istatistiği: Zirveye varan 8 kişiden 1 kişi hayatını kaybediyordu. Çok yorucu bir dağ. İnsanı fizik olarak tüketiyor.?

- Size çok komik gelebilir ama üşümüyor musunuz?
?Ona göre giyiniyorsunuz...?

- Sizin bir tespitiniz var, 'Dağ her dağcıyı kabul etmez' şeklinde. Hakikaten her dağcıyı kabul eder mi?
?Hazır olanı eder.?

?DOĞA SPORLARI KİŞİSEL GELİŞİMİ DESTEKLER?

- Bu kadar insanı cezbeden doğa sporlarının tehlikelisi olan branşlarında ise tabiatla iç içe olmak da ayrı bir boyut...
?Doğa sporlarının insanın özellikle kişisel gelişimine çok olumlu katkılar yapabilecek alanı var. Herkesin doğada spor yapmasını deneyimlemesini öneririm. Elbette dağcılık yapacaksınız diye bir kural yok. Ama bir yürüyüş yapmak, kampçılık yapmak, araziye çıkmak, çayırın, ormanın içinde birkaç gün geçirmek insanın bütün enerjisini kuvvetlendiriyor, elektiğini atıyor. Kendinizle daha barışık dengeli hale getiriyor. Herkese öneririm.?

- Tabiat konulu panellerin en fazla aranan ismisiniz. Genç nesil sizi nasıl bir yere koyuyor.
?Çok hoş bir yerde konumlandırdıklarını görüyorum. O oranda da kendime dikkat ediyorum. Çünkü rol model gibi algıladıklarını görüyorum. Hiç sigara içmem. Kendime dikkat ederim. Trafikte dahi polisle başımı derde sokmam...?

***

Vaktimizi fazlasıyla da aşarak sorularımı tamamlıyorum.
Birbirinden ilginç metaryeller arasında Nasuh Mahruki'yi görüntülüyorum.
Sıra birlikte bir fotoğraf karesine geldiğinde ise Mahruki'nin fotoğrafçılığından destek alıyorum elbette...
Ayarlanarak merdiven basamaklarında sabitlenen makinaya gülümsedik bile...
Teşekkür ederek ayrılırken, benim aklımda eve girişte sevemediğim o minik (!) köpüş var!..
Nasıl rahat rahat severim diye düşünüyorum.
O da ne?..
O güzel şey meğer bağlıymış ve sahibinin de acelesi var...
Hay allah!..
Gözüm arkada 'Hoşçakalın' diyorum Nasuh Mahruki'ye...

Röportaj: Saadet ÖZCAN


GÜNÜN İLGİ ÇEKEN VİDEOSU
Tümü
 Reklam