Erzurum takımının ikinci devrede stada gelmesiyle çıplak gerçek ortaya çıktı: Ersun Yanal’ın elinde sihirli değnek yok. Fenerbahçe’nin kalitesi bu kadar. Ama Yanal’ın şu değişimleri yapma niyeti var:
1)Daha az uzun vuran, daha çok kısa pas yapan bir takım.
2)Herkesin daha çok hücum düşündüğü bir anlayış. Isla’nın çıkışı dikkat çekici.
3)Herkesin daha fazla yer değiştirdiği bir takım, Ayew santrfor, Valbuena serbest oyuncu gibiydi.
Yanal’ın düşüncelerinin sahaya yansıyabilmesi için Ocak’ta en az 3-4 nokta atışı transfere ihtiyacı var. Biri muhakkak santrfor olmalı, biri sekiz numara, bir diğeri de santrfor arkası üç rol için yetenekli bir alternatif.
Fenerbahçe’nin kadrosuna bakıyorum, eksikler döndüğünde defansif orta saha rolü için 4 ayrı adamı var (Mehmet, Jailson, Tolga, Oğuz). Oysa 8 numara (iki yönlü orta saha) için tek opsiyon Eljif. Sezon başı kadro mühendisliğindeki başarısızlığı gösteriyor tabii bu.
Maçın sayısı: Dünkü maçın ilk 45 dakikasında Fenerbahçeliler topa 484 kez dokundular ve 394 pas yaptılar. Bırakın bir devreyi, herhalde şu ilk 15 haftada herhangi bir maçın 90 dakikasında Fenerbahçe 400 pas girişimi yapmamıştı, yapamamıştı.
Maçın zayıf halkası: 45’te Valbuena takımını bir kontra atağa çıkarıyor. Topu solundaki Slimani’ye aktarıyor, Cezayirli’nin kötü pasına rağmen tekrar kazanıyor, yine ona aktarıyor. Slimani’den tekrar kötü bir pas! Slimani’nin dününün özeti böyleydi: Özgüvenini büyük ölçüde kaybetmiş.
Maçın karesi: Fenerbahçe’nin Skrtel’le attığı ikinci golden sonra takımın bütün olarak yaşadığı coşku dikkat çekiciydi. Kasımpaşa maçında golü atan Neustadter, neredeyse yanında kutlama yapacak arkadaş bulamamıştı! Sarı-lacivertlilerde bir takım duygusu gelişiyor gibi.
Maçın detayı: Esasında dün Ersun Yanal’ın sahaya sürdüğü 11, Koeman 11’lerinden farksızdı. Muhtemelen Koeman da görevde kalsa Erzurum maçına bu 11 ve bu dizilişle çıkacaktı. Yanal’ın şansı tabii onun gelmesiyle Valbuena-Ayew’in mucizevi iyileşmeleri!
[Rüştü Reçber| Yazıma öncelikle hem Ersun Yanal ve ekibine hem de Volkan Ballı’ya ‘Hayırlı olsun, tekrardan Fenerbahçe’ye hoş geldiniz’ diyerek başlayayım. Evet malum Fenerbahçe’nin içinde bulunduğu durum ortada. Bu noktada Ali Koç ve yönetimi geç de olsa bir şok dalgası yaratma adına Ersun hocayı getirdi. Bir kere şunun altını çizelim; Ersun hocanın elinde sihirli değnek yok. Kendisine sunulan kadro öyle üst düzey bir topluluk da değil. Moraller desen, o da zaten dip yapmış durumda. Anlayacağınız Ersun hocanın işi hiç de kolay değil. Tabii bunların yanında aslında en büyük avantajı, bu takımın daha kötü olma ihtimalinin olmamasıdır. Dolayısıyla Ersun hoca da takıma katacağı birikimleri ve hırsıyla hedefi ilk 8 olarak belirleyecektir.
Maçın ilk yarısında topun değerini bilen ve az pas hatasıyla oynayan bir F.Bahçe vardı. Takımın isteği ve hırslı oluşu bir yana, taraftarın da coşkusu hakikaten güzeldi. Fenerbahçe o kadar hızlı başladı ki, 10. dakikada Slimani atsa, 2-0 olacaktı. Böyle zamanlarda golün veya gollerin gelmesi o kadar önemlidir ki, maçı daha başlamadan bitirmiş olursun.
İlk yarıda Fenerbahçe adına her şey o kadar mükemmeldi ki, rakibin gardı düşmüş ve morali bozulmuştu. Ama öyle bir ikinci yarı oynandı ki, herkes gibi ben de şaşırıp kaldım. Futbolun şakası ve acıması yoktur. İlk yarı bambaşka, ikinci yarı bambaşka bir takım. Sanki Ersun hocanın üzerinde durması ve çözmesi gerekenlerin ne olduğunu ortaya koyan ve temel sorunların ne olduğunu gösteren bir futbol. Bu sorunlar neler mi?
1-) İkinci yarıda erken yenen golden sonra skoru koruma düşüncesi.
2-) ‘Yine mi kaybedeceğiz?’ korkusunun hortlaması.
3-) Fizik olarak düşüş yaşamaları.
4-) Herkesin sorumluluktan uzaklaşması.
5-) Oyuna sonradan girenlerin hiçbir katkısının olmayışı.
Dolayısıyla böyle bir görünüme bürünürsen, rakip kim olursa olsun fark etmez; cezayı keser. Çünkü futbol böyle bir şeydir. Şunu da belirteyim Ersun Yanal tecrübesi tüm bu sorunları aşacak düzeydeydi.