Tüm Sporx kullanıcılarına tekrar merhaba. Oldukça uzun bir süre sonra tekrar yazılarımla karşınızdayım. Evet bu kez adeta yeni bir siteyle… Abartmadan söylüyorum, yıllar süren çaba ve emek sonucunu verdi ve geçtiğimiz Ağustos ayında Yeni Sporx ile karşınıza çıktık. Bu sadece basit bir arayüz değişikliği değil ksinlikle. Gerek teknik altyapı, gerek fonksiyonel yenilikler, gerekse de sizleri artık bu sitenin yapı taşları haline getirmeyi hedefleyen ve buna çalışan bir Sporx bu.
Ve özellikle vurgulayayım, söz konusu olan nihayete ulaşmış bir çalışma da değil. Daha yapacak çok işimiz var. Önümüzdeki günlerde yeni fonksiyonlarımızı devreye sokacak, sizlerin nezdindeki "en iyi spor sitesi" düşüncesini daha da pekiştireceğiz.
Bu arada yeni Sporx.com'u yayına aldığımız 9 Ağustos'tan bu yana sitemizde yer alan "Bize Ulaşın" formunu kullanarak görüş ve düşüncelerini belirten tüm ziyaretçilerimize teşekkür ederiz. Buraya yazılan tüm mesajları tek tek değerlendirdiğimizden emin olabilirsiniz. Sitemizin sizlerin isteklerine daha fazla yanıt veren bir hale getirilmesi çalışmalarımızda bu görüşleri fazlasıyla dikkate alacağız. Bundan sonra da görüşlerinizi bekliyoruz. Bu yazının altında yer alan "Yazara mail atmak için tıklayın" linkiyle bana direkt ulaşabilirsiniz.
Bir kere daha hatırlatayım. Görüş ve önerileriniz bizim için değerlidir.
Başarıya olan ihtiyaç ve basketbol
Yıllardır merakla beklediğimiz FIBA 2010 Dünya Basketbol Şampiyonası geride kaldı. Ülke olarak bu organizasyondan alnımızın akıyla çıktık. Dahası birçoğumuzun turnuva öncesinde hayal bile edemeyeceği bir finalle karşı karşıya kaldık: Türkiye-ABD. Tamam bu bir "dream team" değildi ve Kobe, LeBron, Wade, Dwight gibi süper yıldızlar yoktu. Ama bu takımda geleceğin ve benim en önemli süper yıldız adaylarından Kevin Durant vardı. Nitekim bu organizasyon sayesinde, sadece NBA'i takip edenler değil, tüm Türkiye tanımış oldu.
Ama benim açımdan en büyük güzellik bu turnuva sayesinde sporun tek renginin futbol olmadığının hatırlanmasıydı. Kadını erkeği, genci yaşlısı o süreçte basketbolu konuşur oldu. Grup maçları sırasında bu ilgi belki bu kadar yoğun değildi. Ama özellikle final turları sırasında bu ilgi doruğa çıktı. Sinan Erdem Spor Salonu'na gitmek için bindiğim takside, maça gittiğimi öğrenen şoförün Ömer Aşık'ın kaçırdığı serbest atışlar ya da Ersan Ilyasova'nın Sırbistan maçında etkisiz oyunu konusunda kestiği ahkamlar hoşuma gitmedi değil. Çünkü buradan basketbolun toplumsallaştığı sonucunu çıkarmak mümkündü.
Türkiye'deki bu ilgi yabancı basına da konu oldu. Ama ne yazık ki oldukça yüzeysel ve sığ bir sosyolojik analizle. Her zaman olduğu gibi "Beyaz Gölge" dizisinden bahsedildi. 80'li yılların başında TRT'de yayınlanan bu dizinin benim de içinde bulunduğum kuşağa basketbolu sevdirdiği doğru bir saptama. Ancak İstanbul'da basketbolun Abdi İpekçi'ye sürgün edilmediği Spor Sergi Sarayı'ndaki o müthiş Galatasaray – Fenerbahçe maçlarını, rekabetini kapsamıyor bu saptama... Bugün siyasi bir girişimle geleceği karartılmak istenen Efes Pilsen'in kaldırdığı Koraç Kupası'nı kapsamıyor bu saptama… Türkiye'de hayat hikayesi bir kitaba konu edilmiş belki de ilk basketbolcu olan, Koraç zafarenin mimarlarından Petar Naumoski'yi kapsamıyor bu saptama. 2001 Avrupa Basketbol Şampiyonası'nda elde edilen ikinciliği de kapsamıyor bu saptama… Çocukluk dönemimizde bizim için adeta rüyalar alemi olan NBA'de forma giyen, daha da önemlisi all-star seçilen Mehmet Okur'u ya da final maçının kilit adamı rolünü üstlenen Hidayet Türkoğlu'nu kapsamıyor bu saptama…
Ama bence en önemlisi, Türk futbolu açısından rezalet geçen ağustos ayının hemen ardından, elde edilen başarıların, halkımıza ilaç gibi geldiğini, dünyanın en önemli spor organizasyonlarından birinde elde edilen bu başarının gururumuzu okşadığını, bunun da ilgiyi körüklediğini kapsamıyor bu saptama.
En çok çekindiğimde bu zaten. Başarıya endeksli olan ilgi, ne yazık ki kalıcı temele sahip olmuyor. Umarım yanılıyorumdur da, ilerleyen yıllarda güca tapan anlayışımız depreşmez de, Litvanya'da düzenlenecek 2011 Avrupa Basketbol Şampiyonası'nda bu ilgi ters yüz olmaz.
Basketbolun iyi gün dostlarına değil, kötü gün dostlarına gereksinimi var. Özellikle Efes Pilsen Spor Kulaba'nün geleceğinin tehlikede olduğu şu günlerde.
Ve özellikle vurgulayayım, söz konusu olan nihayete ulaşmış bir çalışma da değil. Daha yapacak çok işimiz var. Önümüzdeki günlerde yeni fonksiyonlarımızı devreye sokacak, sizlerin nezdindeki "en iyi spor sitesi" düşüncesini daha da pekiştireceğiz.
Bu arada yeni Sporx.com'u yayına aldığımız 9 Ağustos'tan bu yana sitemizde yer alan "Bize Ulaşın" formunu kullanarak görüş ve düşüncelerini belirten tüm ziyaretçilerimize teşekkür ederiz. Buraya yazılan tüm mesajları tek tek değerlendirdiğimizden emin olabilirsiniz. Sitemizin sizlerin isteklerine daha fazla yanıt veren bir hale getirilmesi çalışmalarımızda bu görüşleri fazlasıyla dikkate alacağız. Bundan sonra da görüşlerinizi bekliyoruz. Bu yazının altında yer alan "Yazara mail atmak için tıklayın" linkiyle bana direkt ulaşabilirsiniz.
Bir kere daha hatırlatayım. Görüş ve önerileriniz bizim için değerlidir.
Başarıya olan ihtiyaç ve basketbol
Yıllardır merakla beklediğimiz FIBA 2010 Dünya Basketbol Şampiyonası geride kaldı. Ülke olarak bu organizasyondan alnımızın akıyla çıktık. Dahası birçoğumuzun turnuva öncesinde hayal bile edemeyeceği bir finalle karşı karşıya kaldık: Türkiye-ABD. Tamam bu bir "dream team" değildi ve Kobe, LeBron, Wade, Dwight gibi süper yıldızlar yoktu. Ama bu takımda geleceğin ve benim en önemli süper yıldız adaylarından Kevin Durant vardı. Nitekim bu organizasyon sayesinde, sadece NBA'i takip edenler değil, tüm Türkiye tanımış oldu.
Ama benim açımdan en büyük güzellik bu turnuva sayesinde sporun tek renginin futbol olmadığının hatırlanmasıydı. Kadını erkeği, genci yaşlısı o süreçte basketbolu konuşur oldu. Grup maçları sırasında bu ilgi belki bu kadar yoğun değildi. Ama özellikle final turları sırasında bu ilgi doruğa çıktı. Sinan Erdem Spor Salonu'na gitmek için bindiğim takside, maça gittiğimi öğrenen şoförün Ömer Aşık'ın kaçırdığı serbest atışlar ya da Ersan Ilyasova'nın Sırbistan maçında etkisiz oyunu konusunda kestiği ahkamlar hoşuma gitmedi değil. Çünkü buradan basketbolun toplumsallaştığı sonucunu çıkarmak mümkündü.
Türkiye'deki bu ilgi yabancı basına da konu oldu. Ama ne yazık ki oldukça yüzeysel ve sığ bir sosyolojik analizle. Her zaman olduğu gibi "Beyaz Gölge" dizisinden bahsedildi. 80'li yılların başında TRT'de yayınlanan bu dizinin benim de içinde bulunduğum kuşağa basketbolu sevdirdiği doğru bir saptama. Ancak İstanbul'da basketbolun Abdi İpekçi'ye sürgün edilmediği Spor Sergi Sarayı'ndaki o müthiş Galatasaray – Fenerbahçe maçlarını, rekabetini kapsamıyor bu saptama... Bugün siyasi bir girişimle geleceği karartılmak istenen Efes Pilsen'in kaldırdığı Koraç Kupası'nı kapsamıyor bu saptama… Türkiye'de hayat hikayesi bir kitaba konu edilmiş belki de ilk basketbolcu olan, Koraç zafarenin mimarlarından Petar Naumoski'yi kapsamıyor bu saptama. 2001 Avrupa Basketbol Şampiyonası'nda elde edilen ikinciliği de kapsamıyor bu saptama… Çocukluk dönemimizde bizim için adeta rüyalar alemi olan NBA'de forma giyen, daha da önemlisi all-star seçilen Mehmet Okur'u ya da final maçının kilit adamı rolünü üstlenen Hidayet Türkoğlu'nu kapsamıyor bu saptama…
Ama bence en önemlisi, Türk futbolu açısından rezalet geçen ağustos ayının hemen ardından, elde edilen başarıların, halkımıza ilaç gibi geldiğini, dünyanın en önemli spor organizasyonlarından birinde elde edilen bu başarının gururumuzu okşadığını, bunun da ilgiyi körüklediğini kapsamıyor bu saptama.
En çok çekindiğimde bu zaten. Başarıya endeksli olan ilgi, ne yazık ki kalıcı temele sahip olmuyor. Umarım yanılıyorumdur da, ilerleyen yıllarda güca tapan anlayışımız depreşmez de, Litvanya'da düzenlenecek 2011 Avrupa Basketbol Şampiyonası'nda bu ilgi ters yüz olmaz.
Basketbolun iyi gün dostlarına değil, kötü gün dostlarına gereksinimi var. Özellikle Efes Pilsen Spor Kulaba'nün geleceğinin tehlikede olduğu şu günlerde.
GÜNÜN İLGİ ÇEKEN VİDEOSU